sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

18 Temmuz 2011 Pazartesi

kedi fenomeni



beni bloga yazı yazmaya iten en önemli etken ara sıra geçirdiğim sinir buhranlarım sanırım. bunların sebebi de bazı şeylere bir türlü anlam veremiyor olmam. mesela neden bütün kitapçılarda edith piaf çaldığı benim kafamı o kadar kurcalıyor ki sırf kitap almaya gittiğim zaman kullanmak için 2. el ipod aldım, içinde limp bizkit, ismail yk, sean paul, serdar ortaç falan var. hiç bozmadım da içeriğini; michel foucault'nun fransızca kitaplarından latin amerika sömürge mimarisi üzerine yazılmış kitaplara kadar türlü entel reyonunu incelerken bile beynimin içinde "laylaylom galiba sana göre sevmeler" mısrası yankılanabiliyor. böylelikle edith piaf tehlikesini atlatmış oldum. kaldırım serçesiymiş falan, beni hiç ilgilendirmiyor zira. işte bunun gibi anlamsız bir sürü şey var. yine aynı şekilde uzun zamandır kafamı kurcalayan bir olay vardı. son zamanlarda türk insanının bir bölümünde yeni yeni şeyler moda oldu. bunlardan bence içinde bulunduğu context ile en alakasız şekilde kullanılanı kedi fetişizmidir. saçını saçma bi renge boyatan, dama desenli şeyler bulup giyen, üstüne bir de blog çakan herkes ama herkes, bir kısmı falan değil, hepsi birden, top yekûn kedi manyağı oluverdi. kesinlikle anlamakta güçlük çekiyorum: kendilerini kediyle özdeşleştirmeler falan. bohem bohem kedi görüntüleri, rutubetten duvarının boyası akmış evlere bir özlem, kitap okurken fotoğraf çekilmeler...

yemin ediyorum, üzülmesem hiç bahsetmem bu konulardan. insanın yakın çevresindeki arkadaşları da yavaş yavaş bu akıma kapılmaya başladığı zaman insan öylesine üzülüyor ki, çareyi ancak yazmakta buluyor. yazmasaydım kafayı yiyecektim! şaka tabii, ben o kadar bohem değilim. benim de odamda kitap ve makale gökdelenleri var, küf mantarlarının galaktik formasyonda dizildiği çay fincanlarım, içine hamamböceği girdiğini hiç görmediğim ama içinden hamamböceği çıktığını çok gördüğüm lahmacun kutularım falan var, benim de odamda rutubet var ama hiç kendimi kedi ile özdeşleştirmedim. belki de televizyonda gördüğüm şeyleri gerçek sanmadığım içindir bilmiyorum, ama kedilerle aramda birçok fark olduğuna inanıyorum. işte buna inanmayan çok fazla insan var ve bunlar eskiden böyle değildi. eskiden de böyle olanları biliyoruz. mesela çok hörmetli merope'u tenzih ederim. neden? zaten kendisini tanıdım tanıyalı kedileri sever, okur yazar bir insandır ama bohem eğilimleri yoktur falan. bu yüzden popüler oldu diye yapmadığını biliyoruz diyelim.

işte buradan hareketle, artık zamanı geldi ve sormak istiyorum: neden bohem yaşam, edebiyat, etnik müzik ve kedi? daha doğrusu neden kedi? kedi nasıl oldu da bu kadar kültürel bir öğe haline geldi merak ediyorum. ben bohem olsam küf mantarı beslerdim, zaten pisliğin içinde çıkıyor bi süre sonra. anlamadığım şey, kedi fotoğrafları çekip binbir türlü filtreden geçirmek falan... noluyor kızım? noluyor oğlum? nedir bu kedi fetişizmi? sen kitap okumaya başladıktan sonra böyle oldun. bence kedileri hayatımızdan atalım. illa kitap okuyacaksak da size kitap bile öneriyor rukneddin amcanız: derrida'nın the animal that therefore i am veya thomax huxley'nin on the hypothesis that animals are automata adlı yapıtları size kesinlikle insan/hayvan ayrımı konusunda belirli ipuçları vereceği gibi, obje olan hayvanın nitelikleri hakkında kafanızda oluşan bulanıklığı giderecektir. hatta tam şu satırları yazdığım sırada, inanması güç ama facebook'ta bir arkadaşımın arkadaşının profiline girip resimlerine bakıyorum ve nedense gördüğüm manzara beni hiç şaşırtmıyor:

 

bakınız efendim, resimlerini kategorize ettim: sağ alt köşesine kırmızı nokta koyduklarım grotesk; yeşil nokta koyduklarım bohem; pembe nokta koyduklarım ise kedi. kavramsal sapkınlığı daha rahat görmemiz açısından şöyle bir dizilim ortaya çıkıyor: grotesk - grotesk - grotesk - bohem - bohem - bohem - bohem - kedi - kedi - grotesk - grotesk - karikatür - bohem - kedi - kedi - bohem. bi dakika yahu, nasıl yani? şimdi kedinin burda ne işi var? kediler bizim haberimiz olmadan william burroughs falan mı okuyor? bira içip seks mi yapıyorlar? bütün bunların zavallı kedilerle ne ilgisi var güzel kardeşlerim? valla ne diyeyim? sike sürülcek mantık göremiyorum bazen.

ha buradan hareketle vay efendim rukneddin kedilere mantıksız dedi, vay efendim obje dedi falan diyenleriniz çıkacaktır. ben sadece şunu anlatmaya çalışıyorum: sırf suratı, salak hareketleri falan insanı andırıyor diye kedi sevmek çok aşağılık bir tavır. neden balina sevmiyoruz mesela? veya neden gergedan değil de kedi? veya köpek? evde beslenebildiği için mi? böcek de besleyebilirsin, onu neden sevmiyorsun? bence kimse yanıma gelip de şöyle hayvanseverim, böyle grinpisçiyim demesin lûtfen. evde böcek görünce nasıl canice katlettiğinizi çok iyi biliyorum ve birçok defa da gördüm. umarım yanarak ölürsünüz, bir sabah uyandığınızda gregor samsa, öbür sabah uyandığınızda şahin k olursunuz, bohemlikten götünüzde çıban çıkar, kısa parlemente zam gelir de lucky strike içersiniz. inşallah olur bunlar.

aylar sonra gelen edit: son cümlemi okuyun lan! okuyun son cümlemi! beni bedduaya zorladınız ve parlement 10 lira oldu. allah hepinizin belasını versin kedici kızlar

5 Mart 2011 Cumartesi

dolaptaki dondurma kutusundan kesik çıkması

insan varoluşunun taban yaptığı, zamanın tüm haşmetiyle, ağırlık merkezi olarak belirlediği anın üzerine çöküp insanın tepesinden bir lanet gibi yağdığı andır bu. ağustos sıcağının tuzlu yayvanlığı, üzerinizde oluşan yüksek basınç alanına toplanırken beyninize pompalanan kan ordusunun alyuvar askerleri, kendine güven ve mutluluk kalelerini birer birer düşürürmektedir havayla esriyen bu bulantı anının ertesinde.

çünkü güçsüzdür insan,
bilgisizdir.
ona öngörülen bilgisizliktir
tanrı tarafından

kapağı kaldırdığı anda buzdolabının serin cennetindeki bilgi ağacından bir elma koparıverir havva gibi; kesiğin kekremsi kokusunu almasıyla cennetten kovulması bir olur. hırsının esiri bir kez daha, cennetten kovulan atası kadar isyankâr, ürkek.

düşüş başlar;
insan yanılır.
süzülür yaşlar
isyan edilir,

oysa ne kadar büyük bir umuttu içimizdeki. elindeki uçurtmayla rüzgarı bekleyen bir çocuk gibiydik mutfağa sızıp buzdolabını yoklarken; yıldırımların da gökyüzünden geldiğini bilmeyen bir çocuk kadar masum, parmaklıkların arkasına kilitlenmiş bir güvercin kadar ürkek. hesap sorma vakti gelmiştir artık. dondurma kutusuna kesik koyan insanı yargılama zamanı, cadıları yakma mevsimidir artık. nutella kavanozunu dolaba koyan da sen değil miydin, anne? aynı kişi değil misiniz? hani umuttu bizi ayakta tutan, dizlerimize güç veren? şimdi yine biz değil miydik çaresiz, kimsesiz kalan? lanet olsun sana kesik, çık hayatımdan!

dsjaıskadojasoıjrasaıoj yemin ederim şunu yazarken öküz gibi eğlendim. peki neden eğlendim? bu 18-23 yaş arası, çektiği fotoğrafların %95'i kendisinin açılı fotoğrafları olduğu halde amatör fotoğrafçı olduğunu iddia eden genç kız blogları var, biliyorsunuz. bunları genelde vintage kıyafetlerinden falan tanıyabilirsiniz. blogları ise genelde koyu renk tonlarıyla bezeli ortaçağ kiliselerini andırır. yer yer gotik öğeler göze çarpar. böyle yerli yersiz kedi resmi veya figürü kullanımı, elif şafak romanlarından fırlamışçasına gereksiz, karanlık bir feminenlik vardır illa ki bu bloglarda. neden ulan? neden bu feminenlik? kadınsın diye bunu her saniye belli etmen mi gerek? ben her postumda çıkarıp masaya vuruyor muyum? biz şöyle güçlüyüz, böyle vikingiz, kırarız yararız hohahahaha minvalinde mi gelişiyor postlarımız? işte bu kızların bloglarının gördüğü acı amplifikatörü vazifesine taktım kafayı. o kadar sikindirik konuları dünyanın en büyük acılarıymış gibi veriyorlar ki bir insan olarak bunlardaki derinliğin milyonda birine sahip olmadığıma falan inanıyorum bazen. bir de yazılarının sonuna ayaklarını içe doğru çevirmiş, son zamanlarda moda olmuş kocaman camlı, kalın çerçeveli, güneş gözlüğü olmayan gözlüklerden takan, elinde balon tutan veya elma şekeri yiyen converse'li bir kız koymuyorlar mı, belki hiçbirinize irreversible'daki gibi tecavüz etmek istemedim ama yemin ederim o filmdeki gibi yangın tüpüyle suratınızı dağıtmak istiyorum. sosyopat oldum sizin yüzünüzden. tamam, sakin oluyorum. yapmayın şeker kardeşim, yapmayın. hayat o kadar da acı değil. tamam, acı ama siz yanlış noktaya odaklanıyorsunuz. gelin bana müracaat edin bir gün dışarı falan çıkalım, bi yerlerde oturup bira falan içelim, barcelona maçı seyredelim, ne bileyim... nietzsche bile başa çıkamamış, kafayı bozmuş bi noktada, gelin sapıtmayın güzel kardeşlerim, bacılarım. boş metro duraklarının iyi bir fotoğraf karesi olduğu son tarih 60 sene öncesi. gelin, yapmayın. bakın yukarıdaki yazıyı size armağan ediyorum. size ve tüm acı amplifikatörlerine gelsin. haydi küçük, sil gözyaşlarını.

edit: yok lan, yangın tüpü falan abartmışım yine. canavarca bir hisle blog yazmışım. kimsenin suratını yangın tübüynen parçalamak istemem. belki sadece deney tüpü saplamak isterim burnunuza...

2 Mart 2011 Çarşamba

digiturk vs blogspot

şu digiturk'ten hayatımın bütün dönemlerinde çok ilginç bir şekilde nefret ettim. gerek reklamlarıyla, gerek yayınladıkları siktiriboktan filmlerle bu aptal kutusunu daha da aptallaştırmaya yarayan cihazı alanlara hayret edip durdum. bu digiturk pezevenkleri şimdi de ortaya çıkıp blogspot'a erişimi engelleme işine girmişler. devletimiz böyle bir durumda halkın tarafını tutar mı? tabii ki tutmaz. o da digiturk'ü haklı bulmuş ve daha önce yüzlerce kez yaptığı gibi yine sansür getirmiş blogger'a. zaten bu allahın belası ülkenin devletinden de, hükümetinden hiçbir şey beklemiyorum, asıl anlamadığın şey halkımızın nasıl bu kadar mal olabildiğidir. gerçi en iyi bunu anlıyorum ama çaktırmıyorum sevgili blöğ yazarları. kimse bu yasakları hak etmediğimizi söyleyemez.

yine de böyle bir yasağın açıklamasını kimse düşünmüş müdür bilmiyorum. bu nasıl bu kadar normal karşılanır onu da anlamıyorum. adalet makamı şunu söylemek istiyor: digiturk'ün lig maçlarından kazandığı para bu bloglar aracılığıyla yapılan yayın paylaşımı sebebiyle azaldığından, sadece digiturk ve ortaklarının çıkarlarını korumak için ülkenin geri kalanının kullandığı bir siteye erişimi yasaklıyoruz.

belki artık şaşırmamamızın sebebi adaletten kastımızın her zaman bu olmasıydı. güçlünün kazanmasına o kadar alışmışız ki bu da sıradan bir haber gibi geliyor. mesela neden digiturk'e dava açmıyoruz? yayınlarının güvenliğini sağlamak onların sorumluluğu değil mi? dünyanın en iyi futbolunun oynandığı ispanya ligi ntv'de beleşe yayınlanırken türkiye liginin boktan maçlarını seyretmek zaten başlı başına mantıksızlık abidesi. ben bu maçları bloglarda yayınlanan linkleri kullanarak seyretmiyorum. neredeyse tanıdığım kimse de seyretmiyor. bu durumda digiturk'ün kasası dolsun diye bize getirilen kısıtlamayı bu kadar kolay kabul ediyor oluşumuzun sebebi nedir? blogdan maç seyretmemiş olan ben ve benim gibi bir sürü insan devletin nasıl bu kadar umrunda olmaz? blogsuz ölür müyüz? tabii ki ölmeyiz. ayrıca bu kısıtlama hiçbir işe yaramaz. dns değiştirerek yine giriliyor bloga. ona çözüm bulsalar başka türlü yine girilir. internetin fişini çekmedikçe blogger gibi bedava kullanım sunan bir siteye isteyen herkes girebilir, bunu hepimiz biliyoruz ama sorun bu değil. sorun nasıl bu kadar ucuza satıldığımız.

aslında bu da pek şaşırtıcı değil. zira o kadar  gerizekalı bir milletiz ki yapılan hiçbir şey yeterince şaşırtıcı değil. beklentilerim yüksek olduğu için heyecanlanamıyorum. bu lig tv saçmalığı ilk çıktığında bütün ülke dekoder almaya koştu. buna ne gerek var ki? üstelik öncesinde lig maçları cine5 ve teleon'da da yayınlanmıştı. ulan bir insan topluluğu 3 ay sabredemez mi? 3 ay maç seyretmesen, o aptal dekoderleri satın almayı reddetsen; mesela maçlara gitmesen, dekoder de almasan, hem takıma, hem digiturk'e baskı yapsan ne kaybedersin? 3 ay seyretmediğin maçlar senden hesap mı sorar beyinsiz? zaten futbol maçları temelde izlenmesi için yapılmıyor mu? buna rağmen insanlar maçları izleyemesin diye elden geldiğince çaba göstermenin saçmalığı bu kadar barizken buna alet olma konusundaki ısrar neden? gerçi böyle şeylere gösterilen direnci bizim milletten beklemek çok yanlış, ben de neler düşünüyorum. sonuç itibariyle digiturk de büyüdü ve bugünlere gelip insanların özgürlüğüne bile kafa tutar hale geldi. aslında digiturk blogdan yarım yamalak maç seyreden birkaç kişiye kadar düştüyse bunlar zaten son çırpınışları olsa gerek. yine de keşke bu yasağın digiturk receiver satışlarını artırmayacağından emin olabilsek. muhtemelen artıracaktır.

ayrıca siz de mevcut dns'inizle blogger'ın bazı sayfalarına erişemiyorsanız  dns ayarlarınızı 4.2.2.5 ve 4.2.2.6 olarak değiştirin. gördüklerinize inanamayacaksınız.

1 Mart 2011 Salı

türk halkının hukuk yavşaklığından tiksiniyorum



zamanında salilhlide bir dükkan ismiyle feci kafa bulmuştum. tabii sadece adıylaydı sorunum. sahipleri şeker gibi insanlarmış, sattıkları ürünler über kaliteliymiş falan bu konularda pek bilgim yok. zaten 5-10 yılda bir giyecek aldığım için bilgimin olması da çok zor.  neyse, aradan 3 sene geçti ve bu dükkanın yılmaz savunucuları ortaya çıktı. sattıkları ürünler kaliteli, sahipleri çok iyi insanlar şöyle böyle dediler. ben de banane ulan, ben adıyla ilgileniyorum dedim. hatta annem de ordan alışveriş yapmış ve kalitesinden memnunmuş. ee, napalım? adı hala çok kötü. işte ben dükkan nasıl bir şey bilmem etmem diye yanlış anlaşılmalara mahal vermemeye çalışırken bir koç yiğit çıktı geldi. deli yüreğin müziği eşliğinde ortalığı dağıttı adam. postuma yaptığı yorumu göstereyim de az gülün.


Adsız dedi ki...
salihlili güzel arkadaşlar kendi içinizde bu konuyu tartışacağınıza gidin firma sahibine yazının içeriğinden bahsedin ve ona bir hukuk bürosuna gidip basın yoluyla karalama ve hakaret edildiği gerekçesiyle dava açması gerektiğini anlatın banada bu arkadaşın yanlı yayın yaptığı düşüncesi yerleşti hani ökkeşten gayrısını tanımıyormuş ya sonuçta ikiside komşu dükkanlar,nerde kalmıştık evet dava açsınlar ve onlara bir dükkan daha açıcak kadar tazminat hakları olduğunu da ekleyin yazıdaki riyakar ikiyüzlü v.b. bilinçsiz yazılmış kelimelerin hesabını herhangi bir sigorta şirketi bile sorabilir hukuksal açıdan hakları var önemle duyrulur,bu yorumumu yayınlayacağını sanmıyorum ama senin sayfanın adının yanında haha çok masum be kardeşim.
tutmayın küçük enişteyi. şimdi bu yorumun yakın okumasını yapacağım sevgili blöğ kardeşlerim:

1-  ...gidin firma sahibine yazının içeriğinden bahsedin...
efendim yazar burada alman modernitesinin soğuk yüzüyle kullandığı hukuk terminolojisinden faydalanarak "firma sahibi" söz öbeğiyle gözümüzü korkutuyor mu? korkutuyor. FİRMA SAHİBİ! yaz kızım işbu davanın tarafları rukneddin cevdet kekremsi ve hede hödeoğlu olup, will hereby be referred to as BLOG YAZARI and FİRMA SAHİBİ! hell fuckin yeah! du bist wundabar!! jaa ich komme! nasıl bir mastürbasyon! nasıl bir tatmin duygusu!

2-  ...ve ona bir hukuk bürosuna gidip basın yoluyla karalama ve hakaret edildiği gerekçesiyle dava açması gerektiğini anlatın.
böyle de tam kutsal kitap gibi oldu ha. ve tanrı yakub'a dedi ki, öyleyse sen de bir hukuk bürosuna gidip basın yoluyla karalama ve hakaret edildiği gerekçesiyle dava açması gerektiğini anlat. yakub cevâb veremedi. şimdi güzel kardeşim, adamın hiç işi gücü yok, bugün huhu giyim, yarın microsoft, öbür gün toyota'ya her türlü boku atabilecek potansiyele sahip ciddiyetsiz bir blog yazarını, hiçbiri salihlide yaşamayan sadece 31 okuru olan bir blog yazarını dava etmek için hukuk bürosuna, avukatlara falan para verecek, üstüne bir de bir sürü yasal prosedür takip edecek.
bir de "basın yoluyla" lafına çok güldüm, bilesin. sanırsın ki bir usa today, washington times yazarıyım da huhu giyimin usame bin ladin'e çorap sattığını tespit ettim. git kendine bir iş güç bul yahu. origami falan öğren, bi duş al.

3- ...banada bu arkadaşın yanlı yayın yaptığı düşüncesi yerleşti hani ökkeşten gayrısını tanımıyormuş ya sonuçta ikiside komşu dükkanlar...
bir kere "da" ayrı yazılır evlat, şunu bi iyice öğren. ayrıca yanlı yayın nedir ulan? sjkdhjksahdkjahdkja yanlı yayın demiş adam. şu blog hayatım boyunca bana bu kadar saygı gösteren bir kişi olmadı şerefsizim. adam beni adeta bir cbs, bir washington times olarak görüyor. sanki ökkeşin reklamlarını aldım blogun dört bi yanına. ben bi kere tommy'den aşağı giymem bebeğim. ikincisi de ökkeş bi 100 yıldır salihlide. şu markalaşma harikası adına rağmen bu kadar tutulan başka bir kuruluş tanımam ben. zamanında pazar yerinde kadınlar ökkeş ürünlerini kapışırken kavga ederdi de biz deliliğin sınırlarını öğrenirdik küçük yaşta. yoksa gidip ökkeşten bir şey aldığımdan değil. onu biliyorum sadece. şimdi ben buraya çıkıp ben cisco'dan gayrısını tanımam yazsam at&t, kumtel falan bana dava mı açsın? tanımıyorum ulan, zorla mı?

4- ...nerde kalmıştık evet dava açsınlar ve onlara bir dükkan daha açıcak kadar tazminat hakları olduğunu da ekleyin...
offf yemin ederim şu anda kan beynime sıçradı. bu nasıl bi artizlik? "nerde kalmıştık" falan noluyor çocuğum? bu nasıl cool tavırlar? justin bieber mısın sen yavrum? nesin sen? sen adsız bir yorumcusun, havan kime yabancı? adsız yabancı, adsız alkolik seni. yok anam, bi dükkan yetmez. bence plaza falan açsınlar. hatta dünya tarihinde görülmemiş bir tazminat alıp ülkenin dış borcunu ödeyin direkt. görüntü ve ses kayıtlarının bile cinayetler için 1. dereceden delil sayılmadığı bir dünyada 2 metrekare dükkanın saçma adı hakkında yorum yaptım diye benden 1 dükkan parası tazminat alacaklar he mi? bu hayal gücüyle rönesans döneminde yaşamalıydın oğlum sen. çok yazık olmuş bu yaratıcılığa. ayrıca ben sana dava açarsam ne olacak? beni düpedüz tehdit ediyorsun. neyse ki o kadar da basit bir insan değilim, hadi yırttın.

5. ...yazıdaki riyakar ikiyüzlü v.b. bilinçsiz yazılmış kelimelerin hesabını herhangi bir sigorta şirketi bile sorabilir hukuksal açıdan hakları var önemle duyrulur.
babababa salak cümlelere bak. hayatında kitap okudun mu bilmiyorum ama şimdi yazdığım şeyle senin anladığını bi karşılaştıralım:
bir kere ":)" şeklinde yapılan smiley hiçbir şekilde haha demez çünkü ağzı kapalıdır. dese bile yapı itibariyle son derece riyakâr, soğuk ve küçümser bir smileydir dükkan amblemi yapılmaz. ilk ortaya çıktığında bir sigorta firmasının amblemiydi bu işaret ama zaten sigorta şirketleri riyakâr, soğuk ve küçümser değil midir?
şimdi efendim burada ben iki nokta ve parantez kullanılarak yapılan smiley'leri küçümsüyorum. dükkana veya bir şahsa bok atmış mıyım? hayır. peki bunu anlamak için ne lazım? okuma-yazma. bir parça da anlama, comprehension, verständnis. iddiama göre bu smiley dükkan amblemi yapılmak için fazla riyakar, soğuk ve küçümser. sadece bunu eleştirmişim. ayrıca bu amblemi ilk kullanan bir sigorta şirketi. yani bu dediklerin mümkün olsa sigorta şirketi de huhu'dan birkaç milyar dolar tazminat alır heralde ama sapıklığın lüzumu olmadığını senin dışındaki herkes öğrenmiş anlaşılan. benim de blogdaki yazılarımı birisi çalıp kendi blogunda yayınlamıştı ama kimseye dava açmadım. ayrıca bana sigorta şirketlerini mi savunuyorsun? tüh sana öyleyse. kapitalizmin kölesi seni, amerikancı, yandaş medya seni. taocu dombili. nıç nıç nıç. çok kızdım çok

6- bu yorumumu yayınlayacağını sanmıyorum ama senin sayfanın adının yanında haha çok masum be kardeşim
bahele neler de bilirmiş. bok masum değil mi yani? 3 gün o boktan çıkarmasan ne olur hiç düşündün mü? bundan sonra 3 gün gülmesen bir şey olmaz ama 3 gün sıçmasan patlarsın. hadi kabızsan 5 gün diyelim.


sonuç olarak, bildim seni yiğenim. sen türksün! bu adam sizce de tam bir türk değil mi sevgili blöğ kardeşlerim? amerikan filmlerinde gördüğü cool tavırlarla resmi takılma ayaklarını hayatına uygulamaya çalışan bir türksün sen. "mossad isterse seni 2 günde bulur", "koka kolayı tersten okuyunca no rakı no muhabbet yazıyormuş", "yüksek sesle müzik dinleyen komşuyu bi dava etseniz 2 trilyon tazminatı var" gibi cool ifadelerinle toplumda yer edinmeye çalışan zavallısın sen. gerçi şimdi türklüğe hakaretten de dava açarsın bana sajdjasdljalda.

hatta kendi cevabımı da yazayım da referans olsun:
Rukneddîn Cevdet Kekremsi dedi ki...
ıasdjosaıjroıajsroıa deli gibi gülüyorum. oğlum/kızım manyak mısın? sanırsın ki microsoft'a çamur attık. ayrıca he, evet ökkeş'in savunuculuğunu yapıyorum. hatta ökkeşin reklam filminde oynuyorum ben lebron james misali. ayrıca türk insanındaki bu hukuk bilinci yavşaklığından tiksiniyorum. hemen herkes hukuk bilincini ortalık yerde göstermek için şöyle dava açsa böyle kazanır ayakları falan yapar ülkemizde. oğlum seninle yıllarca dalga geçeceğim ve gördüğüm herkese anlatacağım bunu. karalama kampanyası ha? sjahfkshajkhfjkasfa evet abi biz nike, adidas, reebok ve pierre cardin olarak haha giyimi çekemiyoruz ve adını lekelemeye çalışıyoruz. dostum sen kocaman bir çılgınsın. şu hukuksal bilincini vergilerini cebe indirenler karşısında da gösterebiliyor musun? hayatında kaç tane sivil harekete katıldın? kaç protestoya, boykota destek verdin? kaç tane milletvekilinden özel üretim arabalarının hesabını sordun? haha giyime karalama kampanyasıymış da dava açarmışlar bana. hassiktir diyorum efendim, hassiktir. ben hapse girersem beni bu adsız şahıs azmettirdi derim jshakdshakjdhsakjda hatta fbi bağlantısı varmış asıl amacımız haha'nın sahiplerini öldürmekti diye ifade veririm. komik olma ufaklık, az otur soluklan, bi soğuk ayranımızı iç yiğenim. tatlısu hukukçusu, çılgın seni.

28 Şubat 2011 Pazartesi

çizgi filmlere göre çocuk tahlili

uzun bir aradan sonra bloga tekrar bişeyler yazmanın heyecanı içindeyim (yok lan ne heyecanı. şu an götümü kalorifere yaslamış, son derece hissiz bi şekilde yazıyorum). aslında geçtiğimiz günlerde birkaç kez yazı yazmaya kalkıştım fakat hepsinde ya uzun süreli çalışmam gerekti, ya bir kitaba başladım, sonuç itibariyle öylece kaldı. fakat artık dayanamıyorum sevgili bülöğ kardeşlerim. bazı şeyler dikkatimi çekiyor ve bunlar hakkında yazmalıyım diyorum. bunlardan bi tanesi de mahallede oynayan ufaklıklar. ben bir gün camın kenarında bu veletleri gözlemledim ve her şeyi belirli bir standart dahilinde görmek gibi pis bir huyum olduğu için (bunu asla övünmek için söylemiyorum ama engel olabildiğim bir şey değil) bu çocukları da sistematik bir şekilde inceledim. elde ettiğim sonuçları zaten küçüklüğünü ve şimdiki halini bildiğim çocukların çizgifilm alışkanlıklarıyla karşılaştırınca büyük oranda tuttuğunu fark ettiğim 3 tane çocuk arketipine ulaştım. aslında 'orta halli çocuk' adını verdiğim şeyle birlikte 4 yapıyor ama o çok fazla orta halli olduğu için onu yazmayacağım ama ona da kısacık değinmeyi düşünüyorum, nasip.

1-  şiddet eğilimli, fazla zeki olmayan, düz, yerine göre piç çocuk tipi: bunu birinci sıraya yazıyorum, çünkü ailelerin en fazla olumsuz eleştirisine maruz kalan çocuk tipi bu olmasına rağmen en yaygın çocuk tipi de bu. buradan aile ne bok yerse yesin, çocuğun tam tersini yaptığı sonucunu çıkarabiliriz ama konumuz bu değil. şimdi efendim, bu grubun çocukları genelde yu-gi-oh gibi, g.i. joe gibi, ben 10 gibi, flash gordon, spiderman gibi tamamen bir güç fetişizmine, kazanma kültüne dayalı, daha güçlü olana saygı duyma, güçsüz olanı ezme temalı, mizahtan yoksun çizgifilmlerle büyür. genelde geçimsiz olurlar ve arkadaşlarıyla kavga ederler. mahallenin abilerini bilip bu abiler gibi olmak için ellerinden geleni yaparlar. ailelerinden çatır çatır dayak yeseler bile asla ailelerinin gösterdiği yoldan şaşmaz bu veletler. büyüdükçe köklerine bağlı birer insan olacaktırlar. askerliği kutsal sayacak, hafızalarına kazınan saçma bilgiler uğruna kavgalara girecek, savaşçı bir yapıya bürüneceklerdir. iş yaşamında ya çok feci kaybedecek, ya da çok sağlam kazanacaktır bu çocuklar. zira hem ortalama bir zeka, hem de yüksek miktarda piçliğe sahip olarak piyasanın ihtiyaçlarına yönelik bir karakterle donatılmış bir şekilde yaşamlarını sürdüreceklerdir. tabii çocuklukta edindikleri güçlü olana sonsuz saygı bilinci de bunların hakim değerleri tamamen kanıksamış bir mainstream olmalarını sağlar. bunların politikacı olanları ya savaş çıkarır, ya halkı sömürür, ya da ikisini birden yapar. tabii şimdilik sadece çocuktur bunlar. mahalle maçlarında forvet olmak için kavga eden ufak canavarlardır.

2- sessiz ve bir çocuktan beklenmeyecek derecede duygusal çocuk tipi: seni bulduğum yerde geberteceğim olum! hayatta hiçbir çocuktan nefret etmedim senden nefret ettiğim kadar. hem de sadece çocukluğundan değil, sen büyüdükçe ben seni daha çok dövmek istedim. bunlar çocukluklarını bir caillou, bir doug, bir şeker kız candy seyrederek geçirdikleri için böyle aptal, basiretsiz, ağlak tipler oluverirler. zaman geçtikçe "ben cerenden hoşlanıyorum yha", "ağbi ben tuğçenurla ciddi düşünüyorum" gibi cümlelerle ortaokul, lise ve üniversite döneminde toplam 100 kız barajını aşıp dalya diyecek yanık tenli, renkli gözlü, tüysüz meriç'ler, berke'ler, can'lar bunlar olacaktır. kampüs çimlerinde, sahillerde akdeniz akşamlarını söyleyecek, sadece ritm atarak 'sevdan bir ateş oldu bende' diyeceklerdir. duygusal şarkılarla gösterdikleri kız kaldırma başarısına rağmen bu çocuk tipinin sportif alanda pek başarısı yoktur. genelde zengin bir aileden geldikleri için baştan aşağı air jordan'ları çekip basket sahasında boy gösterecek ama sadece boy göstereceklerdir. içlerinden iyi basketbolcular çıksa da bir alex olamayacaklardır. bunların edebi zevkleri de müzikal zevkleri gibi sığ kalacak, bestseller'lar ve kişisel gelişim kitapları onları zihinsel yönden geride bırakırken piyasada üst sıralara taşıyıp iyi bir yönetici, iyi bir sevgili, iyi bir eş, kısaca her bokun iyisi haline getirecektir. bunları çocuk grubu içinde tanımamızı sağlayan özellikleri ise önlerindeki topa vuramamaları, küfürsüz konuşmaları, uzun ve düz saçları, tişört üstüne giydikleri gömlek ve alttaki nike ayakkabılarıdır. zor bir çocukluk, kolay bir yaşam geçirirler.


adminimiz adeta caillou olmuştu

3- biraz zeki olacağı küçüklükten belli çocuk tipi: bu çocuğumuz ise 1. sırada belirttiğim çocuk kadar yaramaz, 2. sırada belirttiğim çocuk kadar barışçıldır. ekstra özelliği ise zeki olmasıdır. o derece ki, çocuk diye boktan bi espri yapıp güldürmek istersiniz ve hem gülmez, hem de sizi küçümser. bunlarda 1. grubun kötülük dolu somurtkanlığı veya 2. grubun naif usluluğu yoktur. gülmeyi, eğlenmeyi severler. genelde çocukluğunu maske, freakazoid, johnny bravo veya powerpuff girls gibi nispeten daha ince esprilerle bezeli çizgifilmlerle geçiren yavrucak küçük yaşta bilgisayar kullanmayı öğrenir, daha liseye geçmeden frontpage falan kullanırlar (buna inanmayanlarınız olabilir ama ben birkaç tanesini tanıyorum [yok lan vallaha ben değilim]). her şeye rağmen bu 3. grubun kızlarla arası pek iyi değildir. zira kızları etkileyecek pek bir şeyleri yoktur bunların. ne 1. grup gibi nefes alan dişi organizma düsturuyla hareket ederler, ne de 2. grup gibi duygusal, kadın erkek ilişkileri konusunda ahkam kesmekten keyif alan bir yapıda olurlar. genelde kızların kafasının sadece dizilere ve magazin programlarına bastığı ortaokul-lise çağında yalnızlığın dibine vurup bilgisayar kullanımında ustalaşacak, derin kimliğini iyi edebiyat ve felsefeye duyduğu ilgiyle pekiştirecektir (yemin ederim ki ben değilim. ben lise dönemimde elimde basket topuyla yaşadım desem yeridir). bu grup nedense para kazanmaya da çok geç başlar. 1. grup şirket kurar veya bi yerlere ortak olur, 2. grup elinde bilkent iktisat diplomasıyla gider bi yerlere ceo olur, bu bizim 3. grup ise mal gibi kalır. elinde saçma bir okulun boktan bir bölümünün diploması vardır ve kısa sürede aslında cv'ye yazabileceği hiçbir özelliğinin olmadığını fark edecektir. bunlar da ufak ufak çalışma ortamlarına girdikçe bohem, yani zeki ve fakir kimlikleriyle toplumda kendilerine yer edinecekler, adeta bir oscar wilde karakteriymişçesine etrafın saygısını kazanarak karı-kız işlerini de yoluna sokacaklardır. sokakta oynayan çocuklar içerisinde temiz aile çocuğu gibi görünüp arkadaşlarına ince ince laflar sokarak onları sinirlendirip peşinden koşmalarını sağlayan ve sonrasında dayak yeyip ağlayan çocuk işte budur. büyük piçtir ama asla bir savaşçı değildir.

tabii bunların dışında bir de diğer çocuklara bakıp gözlem yapan, bu gözlemlerini sistemli bir şekilde not edip çocukları belirli kalıplara sokan bir piç vardır ki o da ben oluyorum. ama tabii ben hem çok iyi futbol oynardım, hem orta 1'de html kodu yazardım, hem de kızlarla aram çok iyiydi. o yüzden kendime olaylara dışarıdan bakma hakkını veriyor ve bu küstahlığı sonuna kadar yapıyorum. siz sevgili bülöğ yazarları içinde çocuk yapmayı düşünen varsa benim tavsiyem bu üçüne de benzememesi olurdu. benzeyecekse bana benzesin hayta, hatta çocuklarınıza role model olarak beni gösterin. bakın rukneddin amcanız ne kadar cool, rukneddin amcanız ne kadar da rererörö falan deyin he mi