sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

14 Eylül 2014 Pazar

futbol blogu yazma girişimim

uzun zamandır bir futbol blogu yazmak istiyordum. futbolun güzellikleri, taraftarın coşkusu, oyunun heyecanı, her futbol sezonunda beni daha bir etkisi altına alıyor. yeşil sahalarda gönül verdikleri armanın renkleri için kenetlenen, bir araya gelen taraftar, bir ağızdan bağırıyor: yarraaamı yee fene- yukarıda yazdıklarım komple yalan. futbol blogları bence goal dergisi okuyup, ntvspor izleyip gaza gelen 15-25 yaş arası gençlerin yeni tutkusu (çok da yeni değil aslında ama görece yeni diyebiliriz). bu bloglarda yazılan yazılarda sürekli eski oyunculara bir özlem, efsane addedilen oyunculara tapınma, totemleştirme gibi unsurlar hakim. "yenilerde iş yok baba! el fenomeno olan ronaldodan bahsediyorum ben. luiz nazario lima rosario da silva costa ferreira ronaldo". wikipedia'da bile böyle 20 kelimelik isimler yazılırken "see spanish naming customs" diye bakınız verirken, bu adamlar hepimiz portekiz sömürgesiymişiz gibi çok doğal bir şekilde bütün adları ezberleyip bir anda kusmalarıyla ünlüdür.

hatta bazıları işi bir adım öteye götürüp, gerizekalıdan bir parmak ötedeki futbolcuların mantıksız beyanatlarını çok değerli bir kültür hazinesiymiş gibi koymuyor mu bloguna, işte o zaman insan ülkemizin geleceği hakkında daha bir ciddiyetle düşünüp üzülmeye başlıyor. mesela şöyle:

"kaybettik çünkü kazanamadık" -c. ronaldo
hemen altına yorum: ronaldo reyizin ne kadar azimli, kararlı olduğunu anlıyoruz bu sözden cart curt

"rakibimizi küçümsemedik. onlar sandığımızdan iyi çıktı" -lord bobby robson

yeri gelmişken, bir de böyle futbolculara verilen feodal unvanlar bizim gibi 3. dünya ülkesi futbol "aficionado"larının neden sürekli ağzında sakız oluyor, onu da anlayabilmiş değilim. ulan adam sörse sana bana mı sör? ülkesinin sörü işte, sana noluyor? hayatında sir unvanlı kaç adam tanıdın ki tanıdıklarını sir ve non-sir olarak sınıflandırmaya başladın?

geçende facebook listemde yer işgal eden bir gerizekalının yazdıgı blogu okudum. şöyle bi şey yazmıştı:

"bu sezon takımının başında 15 maça çıkan 'sir' lakaplı alex ferguson, henüz mağlubiyet yüzü görmedi"

adamı sinyor can bartu gibi bir şey sanıyor herhalde. hatta altına şöyle bi özlü söz de yazılabilirmiş.

"arkadaşlarım bana sir diyor. sir ne ulan? lua lua'ya krampon atmış adamım. hem sana noluyor lan? sanki lord yarrağı yedin amuağoyum" -sir alex ferguson

bilmiyorum, gidişat hiç iyi değil. ntvspor'dan, futbol mundiale'den duyduğun şeyleri yazıyorsun, en azından paraphrase yap. yazık ulan, buna harcanan zamana yazık. bir de merak ediyorum, mesela avrupa'da çevre blogları, yeşil örgütlerin blogları çok yaygın; amerika'da programlama, do it yourself, lifehack türü bloglar revaçta iken (bu veriler tamamen kişisel gözlemlerime dayalıdır) bizde neden futbol? bu kadar işe yaramaz bir millet olmayı nasıl başarıyoruz?

neyse, bugün alien'lık yok. bugün ben de futbol blogcusuyum. size dünyanın en iyi futbolcusundan bahsetmek istiyorum. "dünyanın en büyük futbolcusu kim?" diye sorsalar, vereceğim tek bir cevap var: baba hakkı! değil, barcelona'nın yedek kalecisi. evet, bir değişken adı. barcelona'nın yedek kalecisi. dünyanın en şanslı insanı. şanslı piç, orospu çocuğu, ne derseniz deyin. hayatı herkesin hayatından daha iyi.

bir kere barcelona'dasın tamam mı. rubin kazan'da oynayan adam da milyonlar kazanıyor ama o adam kazan'da yaşamak zorunda. istersen katrilyonlar kazan. kazan'da kazanmanın ne anlamı var? sen ise barcelona'dasın. yaptığın şey ne? antrenmanlara çıkmak. 2 sezonda 5 maç forma giymek. geri kalan zamanda canın ne isterse yaparsın. belki victor valdes de yapar ama o adamın üzerinde sürekli maç baskısı var. sende yok. valdes babalar gibi kalede olduğu sürece istediğin her boku yiyebilirsin. ister gece hayatın olsun, ister yoğun bir seks hayatın, hiçbir şey fark etmez. aids bile olsan, sen söylemedikçe kimse bilmez ve bütün hiv'inle, püsürünle barcelona forması giymeye devam edersin. o kadar çok imkanın ve boş zamanın olur ki, aynı anda hem alto saksofon virtüözü olup, hem endüstri mühendisliği doktorası tamamlayıp, hem de frege ile russell arası dil felsefesinin evrimiyle ilgili bir blog yazabilirsin.

zaten ne yapsan acayip olacak. "abi duydun mu, barçanın yedek kalecisi alto saksofon konseri veriyormuş" veya "pinto'nun blogunu gördün mü la? herif dahi çıktı amığagoyum" diyecekler. "dün barda pintoyla malibu içtik abi, inanılmazdı" diyecekler. ne yapsan olacak lan, barcelona'dasın zaten. hatta belki hakkında efsaneler yayılacak. "abi duydun mu, torre agbar'ın mimarı pintoymuş. threesome blowjob sırasında gelmiş aklına" diyenler bile çıkacak. zira her şeyi yapabilecek güç ve boş zamana sahip bir insan olacaksın. 3-4 manyakça şey yaptıktan sonra namın alıp yürüyecek zaten. kimisi 28 dil bildiğine, kimisi de bir elinin içinde mührüsüleyman, diğer elinin içinde horus'un gözüyle doğduğuna inanacak.

"şu gezegeni görüyor musun? benim." -josé manuel pinto

ben pinto'nun yerinde olsam, velinimetim valdes'i her gün yanaklarından öper, günde 20 kez arayıp hal hatır sorardım. halit ayarcı çünkü o. sen de hayri irdal'sın. her şey senin büyük planının bir parçası. böyle desen inanmayacak kimse yok çünkü. valdes'in arabası ne? ferrari. seninki ne? maserati. çünkü valdes çalıştığı kadar harcayan bir burjuva. sen ise tamamen çalışmadan müthiş kazanan aylak sınıf temsilcisi. bu yüzden ferrariye binmemen normal. mesela biri valdes'e kitap hediye etse, köylü, saf, emekçi valdes oğlan hemen atlar "kitap oğumayı çoh severin teşeggürler" diye. sana kitap hediye etseler ne dersin? "edebiyat zevkime aşina olduğunuzu düşünmenizi neyin sağladığını bağışlamanızı rica edebilir miyim?" dersin ve ilgili kişi o kitabı parçalayıp yer gözünün önünde.


"gavura vurur gibi vuruyor şerefsizler. arkana yastık vereyim mi abi?" -josé manuel pinto

her şeyden önce tarz sahibisin. o saç falan ince bir zevk sonuçta. valdes gibi "garılar seviyo" diye almıyorsun bi şeyi, zira senin aldığın her şeyi "garılar seviyo" zaten. valdes'in sevgilisi kaç yaşında? 19. seninki? 34. çünkü sen olgun seviyorsun. eyvallah, bu kadar işte. valdes'in evi kaç metrekare? 800. seninki? 450. neden? kışları küçük bir evde geçirmeyi daha dingin buluyorsun. yazları geçirmen içinse andorra kadar bir çiftliğin var. andorra'dan tek farkı, çevresinde fransa ve ispanya değil, pasifik okyanusu var.

ne desen, ne yapsan, her şey senin lehine, asla yenilmiyorsun. bu hayatın tek kazananı sensin pinto. ne manchster'ın gri havasını, ıslak çamurunu, istikrarsız kalecilerini çekmek zorunda olan yedek kaleciler gibisin, ne de trilyonlar kazanıp arap taşağı kokusu solumak zorunda kalan dubai takımı yıldızları gibisin. sen tam olman gereken yerde, yapmaman gereken şeyi yapmıyorsun ve müthiş paran var. tek rakibin los angeles galaxy'nin yedek kalecisi. o da senin çeyreğin kadar anca kazanıyor. ergo, rakipsizsin. yolun açık olsun kardeşim. sen olmayı çok isterdim.

Hiç yorum yok: