sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

3 Aralık 2016 Cumartesi

haklılık üzerine ve gemi

avrupa'da adamın biri bir gün yemek yememeye başlamış. yemek yemeyi eskisi kadar canı istemiyormuş. önce günde 2 öğüne, sonra da zamanla 1 öğüne düşmüş. sonunda günde 1 bardak su içiyor, istemeye istemeye 1-2 lokma ekmek yiyor ve günü öyle geçiriyormuş. 83 kilo olan adam zamanla 64 kiloya, 43 kiloya, 37 kiloya, hatta 36 kiloya düşmüş. derken bir doktora görünmüş. doktor, bir dizi tahlil ve tetkikin ardından adamın bitkin gözlerine bakmış ve "sen mutsuzluk hastalığına yakalanmışsın" demiş. işte o adamın adı teoman'dır...

türkiye'de kusursuz işleyen bir müessese var: haklılık müessesesi. ulan bakıyorum, herkes o kadar haklı ki, çoğu zaman ağzımı açıp tartışmaya giresim bile gelmiyor. herkes her konuda bilgi sahibi. kimsenin yetersiz olduğu bir konu yok. metafizik mevzuatından müspet ilimlere kadar her konuda herkesle tartışabilecek milyonlarca insan var. nasıl bu kadar haklı olabildiklerini ben anlamıyorum. ben genellikle haksız olduğum için rahatım. kimseye bir şey kanıtlamak gibi bir çabam olmuyor. ispat işini ise uzun zaman önce bıraktım. öncüller, sonuçlar, çıkarım kuralları falan, sikerler. nasıl olsa kimseden haklı olmam mümkün değil. oto sanayi müşterisinin çok sevdiğim bir sözü vardır: "fakat rahatlık be..." araba sahibi olmanın kötü yanları sayıldıktan sonra söylenir bu. ben de haksız olmak için söylüyorum. insanlar sizi eziyor, hiçbir konuda bilginiz olduğundan emin olamıyorsunuz, kimseye sözünüzü geçiremiyorsunuz, sorunun en temelde olduğu yüzeysel hararetli tartışmalara taraf olamıyorsunuz... fakat rahatlık be! insan kafası rahat yaşıyor. beklentiler sıfırlanmış oluyor.

geçende teyzenin teki canlı yayında kürk mantolu madonna kitabının şarkıcı olan madonna'yla ilgili olduğunu düşündüğünü ağzından kaçırdı. bütün ülke haklı olarak kadına yüklendi. ağzına sıçtılar tabiri caizse. itiraf etmem gerekir ki ben de çok güldüm. sonra, her şeye rağmen beklemediğim bir şey oldu: kadın haklı çıktı. kendisini eleştirenleri asalak, fetöcü falan ilan edip, kendisinin haklı olduğunu savundu. haklı olmasının dolambaçlı bir yolu vardı sadece. sadece o açıdan baktığınızda, kadın aynı anda kitabı okuduğunu iddia edip, kitabın konusunu yanlış söyleyip, kitabın konusu hakkındaki bir tartışmada haklı çıkabiliyordu. gezi eylemlerinin antiteziydi adeta: haksızken haklı konuma düşmenin formülünü bulmuş gibiydi. bu olaydan çok etkilenmiştim. mesela ben benzer bir şey yapmış olsam, en kötü ihtimalle "ya ben o gün sarhoştum. deri montlu maradona diye bi kitapla karıştırmışım" falan derdim. en iyi ihtimalle de intihar ederdim sanırım, bilmiyorum. neyse, söz konusu kızımız kendine göre haklıydı. özür dilemek, haksız olduğunu kabullenmek falan bir yana, sonunda haklı bile çıkmıştı.

gerçi ülkenin başında bir tip var, biliyorsunuz. adam sürekli kendi tezlerine antitez üretip, sürekli haklı çıkıyor. başlarda bir şey söyleyip, 5-6 yıl sonra "tek dil demedim, tek pil dedim piiill!!! kumandalar tek pille çalışacak! sıradan çinko-karbon pil lobisinin oyununu bozacağız" falan derdi. en son bu aralık 1-2 güne kadar kısaldı. aynı kalan tek şey ise adamın hep haklı olması. bir insan düşünün ki "kandırıldık" desin ama kandırıldıktan önce de, sonra da haklı olsun. oğlum o zaman seni kandırmamışlar ki!

benim çevremde de benzer canlılar vardı. bir tanesi yakın bir akrabam. adamı her gördüğümde nasıl oluyorsa konu bir anda yaratılışa, allahçılığa falan geliyordu. son gördüğümde öğrendim ki bunu da kandırmışlar :( "bunca yıl kandırmışlar bizi yaa" diyordu hayret ederek. "niye kardeş, sen mal mısın?" diye sordum. yani direkt böyle sormadım da (aslında sormak lazım), cemaatin devlette, orduda kadrolaştığını, insanların beynini yıkadığını falan yeni mi öğrendiğin diye sordum. daha önce hiç haberin yok muydu dedim. adam bir dellendi ki sormayın kardeşlerim. tam 3 saat ne kadar haklı olduğunu anlattı. o derece ki ben haksız olduğuma ikna olacaktım neredeyse. sonunda "söylediklerini dikkate almıyorum çünkü seni yaklaşık 15 sene kandırmışlar. 3-4 yıl öncesine kadar aynı özgüvenle konuşuyordun. şu an da kandırılıyor olabilirsin" dedim. adam bir 3 saat kadar daha ne kadar haklı olduğunu anlattı.

ya arkadaş, ben hakkaten bu dünyada yaşamaya uygun bir varlık değilim galiba. seni yaklaşık 20 yıl kandırmışlar. bu dünyada yaklaşık 20 yıl kandırılan bir insan ancak gerizekalı olabilir. hakaret olarak değil, gerçek anlamda zeka geriliğinin falan olması lazım. ya da kaypaksındır, o ayrı mesele de, illa ki kandırıldık diyorsan katıksız mal olman lazım. ben böyle bir durumda olsam herkesten özür diler, hiçbir konu hakkında hiçbir şey söylemezdim. kandırılıyor olabilirdim çünkü. onu bırak, bütün hayat simülasyon bile olabilir. ben bu olaya da tuvalette, banyoda, yemekte falan çok kafa yorup birtakım sonuçlar elde ettim ama bunu başka bir yazıda ele alacağım. illa ki özet istiyorsanız, simülasyonda yaşıyorsunuz arkadaşlar. ana karakter ise benim. neyse ki haksız olabiliyorum.

ha ne diyorduk? her zaman haklı olan bu "entelektüel" kesimin bir üyesi, ben dokuz eylül'de okurken bölümden arkadaşımdı. hatta bu yazıyı okuyan bölümdaşlarım (if any) kim olduğunu az çok tahmin eder. amerikan kültürü ve edebiyatı bölümünde 2005 girişli garip bir kardeşimizdi. tek haneli iq'suna bakmadan kendini iyi paketler, öğrenilmiş birtakım kalıp söylemlerle kafa sikerdi. o da zamanında taraf gazetesinde yazan ateşli bir entelektüeldi. hükümetin ekonomi politikasını eleştirdiğim bir facebook yazımdan dolayı bana hakaret edip facebook'tan silmek gibi pasif agresif birtakım davranışlar sergilemiş, sert mouse darbeleriyle haklılığını vurgulamıştı. umarım şu sıralar onu da içeri almışlardır. jurnalcilik gibi olmayacak olsa kendisini polise ihbar ederdim ama haklılığıyla polisleri de yıldırmasın diye şimdilik bir şey yapmıyorum.

haklılığın sağlam bir ayağını da şirketler oluşturuyor. eskiden müşteri her zaman haklıydı. öyle bir benchmark vardı yani. müşteri "bu penis yalanacak arkadaş, yoksa paramı geri isterim" falan demediği sürece haklı olurdu. şimdi o haklılık şirketlere geçti diyebiliriz. neredeyse hiçbir şirket, hiçbir hatayı kabul etmiyor. hatta çoğu şirket o kadar haklı ki, haklılığınızı ispatlamak için önce ödeme yapıp sonra dava açmanız gerekiyor. bunun anlamı nedir? varsayılan ayar şirketin haklı olması. siz uğraşa uğraşa haklılık ibresini kendi tarafınıza çevirebiliyorsunuz.

husus hakkında başıma birkaç olay geldi. bir tanesini önceki yazılarımın birinde ele almıştım. yakın zamanda (şimdi burada isim verip rencide etmek istemiyorum) sümüklüböcek logolu bir haberleşme firmasının cep telefonu hattını kullanıyorum. adamlar beni geçende aradı. "500 dakika + 500 sms + 2 gb 35 liraya sabitliyoruz. onaylıyor musunuz?" diye sordu.

onaylarsanız kendinizi taahhütlü aboneliğe geçmiş olarak buluyorsunuz ve tabii ki bunun için bir bildirim yapılmıyor. daha önce boş bulunup onayladım ve sonradan binbir türlü haklılığa göğüs gerip iptal ettirmiştim. neyse, tarifenin taahhütlü olup olmadığını sorduğunuzda aldığınız cevaplar ise yine taahhüt kelimesi içermeyen cevaplar oluyor. çok zorlarsanız taahhütlü olduğunu itiraf ediyorlar. tam olarak şu diyaloğu yaşadım:

- 500 dakika + 500 sms + 2 gb 35 liraya sabitliyoruz. onaylıyor musunuz?
+ taahhüt?
- 2 yıl boyunca sabitliyoruz efendim
+ taahhütlü yani?
- sabit fiyatlı oluyor efendim
+ yani taahhüt var mı?
- evet efendim, sabit fiyat
+ şimdi bi dakika. taahhüt var mı?
- evet efendim. 2 yıl taahhütlü. onaylıyor musunuz?
+ hayır

ilgili firmadan çok kazık yemişimdir ama bu benim için bir milat oldu. sonra hattımı değiştirdim zaten. neyse efendim, kırk yılın başında haklı olmuşum, bunu her platformda duyurup haklılığımın tadını çıkarmak istedim. şikayetvar.com'a yazdım, çeşitli yerlere yazdım. adeta çıldırıyorum. haklıyım ulan, beni kandırmaya çalıştınız ahahahah ananasınızı sökeceğim oğlum, bu sefer ben haklıyım diye kendi kendime gülerek yazdım şikayetleri. 1 saat içinde cevap geldi. "tarifenizin ücretini 10 lira düşürüyoruz. biz haklıyız". inanılmaz bir şeydi. bu durumda bile şirket haklı çıkmıştı. beni göz göre göre kandıran şirket. beni beni, richter'ini... nasıl kandırırsın? üstelik haklı çıktılar. her şeye rağmen hattımı değiştirdim ama hepsi aynı bok değil mi? hepsi haklı nihayetinde.

aslında ülkenin geneline baktığımızda haklılığın bir hastalık gibi her alana yayıldığını görümseyebiliriz. ülkenin milli tarihi, ideolojisini üzerine kurduğu mitler bile tamamen haklılık üzerine kurulu. şimdi bakıyoruz, herkes emperyalist güçlerden, işgalcilerden, teröristlerden falan bahsediyor. gazete okumaya kalksanız sizi kusturana kadar uğraşıyorlar. şunlar terörist, bunlar işgalci, herkese bir kulp takma derdindeler. görünürde herkes son derece haklı. dünyada kezban kompleksi olan tek ülke bizimkisi. yani düşünün, büyük bir olay. kezban kompleksi var ve biz bunu makro düzeye yükseltmeyi başarmışız. koca ülke, herkes bizi sikmek istiyor tribine girmiş durumda. abd, ingiltere, rusya, almanya, pkk, fetö, ışid, suriye, herkes ama herkes bizi sikmenin derdinde. halbuki türk dediğimiz insan türü, orta asya'dan kalkıp milleti yerinden yurdundan etmiş, kendi dinini, adetlerini güney avrupa ülkelerine yaymış, daha da yayacakmış ama neyse ki durdurmuşlar, 3 kıtada toprakları işgal etmiş ve bunu sadece kan akıtarak yapmış, sonra başkalarına işgalci, terörist demiş, aşırı haklı bir tür.

arkadaş, ben anlamıyorum. bu özgüven, bu kadar haklılık nereden geliyor? senin ülkende "cengiz han parkı" diye parklar, "atilla ilkokulu" diye okullar var, alpaslan üniversitesi var lan. sen nasıl millete işgalci, terörist diyebiliyorsun? tarihin gördüğü en büyük teröristlerden biridir cengiz han. belirli bir siyasi/ideolojik amaca ulaşmak için şiddete başvuran herkes teröristtir ama haklı olmanın belirli bir sınırı yok gördüğünüz gibi. herkes her koşulda haklı olabiliyor.

çok basit bir örnek daha vereyim. bugün fenerbahçe-beşiktaş maçı varmış. az önce facebook'a bir bakayım dedim, herkes çok haklı. herkese göre hakem çok kötü maç yönetmiş, herkese göre kendi desteklediği takım kazanacakmış ama hakem yüzünden kaybedilmiş falan. bu bloga o kadar saçma sapan şey yazdım ki, zamanında bu konuyu da ele aldığımı gururla söylemek istiyorum: her maçı kazanacak olsan, emin ol futboldan zevk almazdın. bir maçı da kaybet ulan! her maçta her takım kusursuz oynasa her maç 0-0 bitmez miydi? bir maçta da desteklediğin takım bir hata yapsın lan! bir kere de hakkınla yenil. sokakta rastgele adam yakalayıp tekme tokat dövesim geliyor. bunun bir ortası olmalı lan. gerçekten çok garip, arkadaşlar. bu kadar haklılık çok fazla. lütfen birimiz de haksız olalım. ben bu olayın isa'sı olmayı kabul ediyorum. herkes adına haksız olan tek kişi olarak beni çarmıha gerebilirsiniz.

ayrıca baştaki fıkrayı ben uydurdum. geminin konuyla ilgisi yok çünkü olmak zorunda değil! bu kez ben haklıyım.

Hiç yorum yok: