bildiğiniz veya bilmediğiniz gibi avrupa dil pasaportu diye bir olay çıkardılar şimdi... böyle bir şey olduğunu uzun zamandır biliyordum ama kafama takılması işyerinde arkamda asılı duran sözkonusu tablodaki bir detayı görmemle oldu. dili kolayca yutulabilecek parçalara bölüp sadece benzer şeyleri bilip düşünebilen insanların arasında iletişim yükünü hafifletmeyi hedeflediğini düşündüğüm bir anlayışla dizayn edilmiş, güven içinde ben ingilizce biliyorum veya bilmiyorum dedirtmeye yönelik (klima ve deri koltuklu toyota camry ile uçmaya çalışmak gibi) bir uygulama gibi görünüyor bana... a1, a2, b1, b2, c1, c2 gibi 6 düzeyden oluşuyor ve c2 dilin nirvanası olarak kabul ediliyor bu olaya göre. yani aslında okulunuzda kpds'den zar zor 85 alan ingilizce öğretmeniniz de c2 düzeyinde ingilizce biliyor, john milton da, normal insanın yazarken kullandığı kadar kelime çeşidinin en az 2-3 katını konuşurken kullanan (hem de anadili ingilizce olmamasına rağmen) slavoj zizek de... yani deniz kenarında gördüğünüz turiste "i you fuck want" değil de "i want to fuck you" diyebiliyorsunuz, hatta "just because you are slavic" diye ekleyebiliyorsunuz ve bu, dili en iyi şekilde kullandığınız anlamına geliyor. gerçi bu uygulamanın sadece pratik ingilizceye yönelik yararlı bir şey olduğu ileri sürülebilir ama sektörün içinden biri olarak söylemem gerekir ki ingilizceyi sonradan öğrenmiş insanların hepsi tornadan çıkmış gibi, ağızlarını açtıklarında sadece klişe çıkarıyorlar. bunun sebebi tabii ki herkesin ingilizceyi benzer kitaplarla öğrenip benzer yayınlara maruz kalması, televizyonda benzer dizileri seyretmesi, mp3 player'larından benzer müzikleri dinlemeleri diyebiliriz. yani kelimelerin etimolojisi, dilin bağlı olduğu diğer diller, mitolojiler aslında gerçekten de kimsenin ilgisini çekmiyor ve kurduğumuz cümlelerden, yazdığımız yazılardan bireysel olarak kimsenin ayırt edici bir özelliği olmadığını görüyoruz. yani beyaz bir kağıdın üstünde çizgiler görmek gibi bir şey bu; bir nevi şizofreni gibi. sanki içimizden bir şey bizi yola sokmaya çalışıyor. buna superego denebilir tabii ama burada sorun sınırlanmayı neden bu kadar hevesle kabul ettiğimizdir zannımca. yani bir insan c2 dil pasaportu elde ettiğinde mutlu olur mu? veya kpds'den a düzeyine tekabül eden bir puan aldığında, yani kullandığı dil gibi parçalanıp yok edildiğinde... bu noktada toefl sınavının kpds'den daha belirleyici olduğu kanısına da değinmek istiyorum: evet, toefl daha belirleyici gibi görünür, zira sorularda verilmiş 5'er tane (ki en az 2 tanesi über-alakasız) gramer bazlı cevaptan birini seçmek, yani sadece orada duranı işaretlemek yerine toefl konuşma ve yazma gibi bölümleriyle bir şeyler yaratmanızı bekler. yine de 185 dolarlık fiyatını gözardı edersek toefl bile aslında aşırı insaflıdır. konuşma kısmında engrish konuşup yazma kısmında 4-5 kelimeden oluşan cümleler bile kursanız gramerde bariz hatalar olmadığı sürece geçerli bir puan alırsınız. mesela sınavda "write a poem to communicate your feelings (not ideas) about fucking a prostitute using iambic pentameter (15 points)" yazan bir kısım yoktur ve aynı konu hakkında "i think prostitution is bad. one person has to be with one person all his life. i am against it. you can try poligamy maybe. memnun kaygısız was having fun." diye ilerleyen bir yazı yazan kişi doğru yolda sayılabilir. dili sonradan öğrenenlerden hiçbirisi de aslında zor kitaplar okumaya çalışmaz. sadece aşina olduğu şeylere odaklanmaya çalışır ve sadece dili değil, kurgusu da klişelerle dolu yapımlara odaklanır. bunun yanında bol bol cnbc-e türü diziler de seyredilir, hatta dilin bütün klişeleri yerine otursun diye bunlar zaten o adamlara tavsiye edilir ve bunun gibi şeyler... aslında kafayı taktığım şey bu değildi ama yol üstünde yabancı dil bilmenin artık hiçbir öneminin kalmaması durağına da uğradım sanıyorum. kendimden örnek vermem gerekirse, ben birkaç haftadır norveççe öğreneceğim diye kasıyorum ve etraftan çok gereksiz bir iş yaptığım dışında bir tepki almadım. allah razı olsun ki artık ne kadar gereksiz bir iş yaptığımı biliyorum. ana argüman da norveççeyi kiminle konuşacağım sorusu. konuşmayacağım ulan sanki sen ingilizce öğrendiğini sandın da haftada en az 15-20 saat ingilizce mi konuşuyorsun? o kadar türkçe bile konuşmuyor olman muhtemeldir. ingilizce öğreniminin de ana argümanı artık budur diyebilirim. işyerinde yabancılarla konuşmaktan tatil yörelerinde kız kaldırmaya kadar geniş bir yelpazede ingilizce öğrenen bir sürü insan var. yüksek lisans veya doktora programları için öğrenmek isteyenler bile bunun üniversitenin dayatması olduğunu söylüyor. dünya üzerindeki çoğu önemli yayının ya ingilizce olduğu, ya da ingilizceye çevrildiği ve bu yüzden, kendi merakı için öğrenmek istediğini söyleyen bir kişiye bile rastlamadım. en iyi amaçlı olanı "yoksa yüksek lisansa almıyolar abi" şeklinde olandı şimdiye kadar.
peki ben neden ingilizce öğrendim? vakt-i zamanında anadolu lisesinde öğretmişlerdi ve sonrasında ingilizce bölümünü seçtiğim için böyle oldu. yani benim de başta pek akademik bir amacım yoktu ama 11 yaşında çocuğun ne akademik amacı olacak lan? fakat insan biraz geniş düşünür ve kendine dayatılan dışında şeyler de olduğunu keşfederse ingilizce bilmesi gerçekten yararlı olabilir. asıl sorun hiçbir yabancı dil belirleme sınavının derdinin bu olmamasıdır. çünkü otorite bunu pek sevmeyecektir ve otoritenin sevmediği şeyin uygulamaya kapalı olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.
peki ulan bunca yaygara nedendi? bugün ofise girdiğimde arkamda asılı olan tablo dikkatimi çekti. tablonun aynısı şu linkte mevcut:
http://europassd.cedefop.europa.eu/europassd/home/hornav/Downloads/CEF/LanguageSelfAssessmentGrid.csp;jsessionid=2BCEEFA0BAF2DE3E79B3A14F6F8F6E03.workerd
yani tabloya göre en kötü düzey ingilizce a1 ve a1'in spoken interaction kısmında yazana dikkatinizi çekmek istiyorum:
"I can interact in a simple way provided the other person is prepared to repeat or rephrase things at a slower rate of speech and help me formulate what I'm trying to say. I can ask and answer simple questions in areas of immediate need or on very familiar topics."
bir dakika, burada bir sorun var... ulan hangi elementary düzey insan böyle bir cümle kurabilir? hani bu bir self-assessment grid'di? hani kişi bakarak durumunu çıkarıyordu? hatta tam şu yazıyı yazarken elimize ulaşan bir sınav kağıdında adam "I am a studen't" yazmış! bu yaratıcılık mıdır, mallık mıdır? yani ben öğrenci değilim demek istese gidip adamı alnından öpmek gerekir. hatta yazının devamında "trabzon has got very very nature" diye de bir cümle kurmuş. bu adam o cümleyi anlar mı lan sığır mısın? veya diğer taraftan düşünürsek, c2 olanda ne yazması gerekir? "I can talk about rocket science and produce existentialist paradoxes immediately but my knowledge of English. By the way, I hope you haven't failed to notice my innovative use of 'immediate'." gibi bir şey yazması gerekmemi? bu olay kafama takıldı aziz bülöğ yazarları. sabah sabah görmez olaydım lan... ve işin kötüsü hala arkamda asılı duruyor o tablo. kafama falan düşse öleceğime üzülmem de o tablo tarafından öldürüleceğime üzülürüm. gazetelerde falan ölümü ingilizceden oldu diye 3. sayfa haberi olarak çıkar. veya "avrupa dil pasaportu yine can aldı". allah korusun... yani tablo tarafından öldürülmekten... üstü de cam kaplıymış minakkim...
üstü cam kaplıymış demişken aklıma benjamin'in the arcades project kitabı geldi. kendisi türkçeye "pasajlar" adıyla çevrildi. ben 2-3 entry önce belirttiğim üzre fakir bir insan olduğum içün para verip alamadığımdan pdf olarak download ettim ve gerçekten muhteşem olduğunu söyleyebilirim. bunu okuduktan sonra diğer 3-4 kitabına da para vereceğime kindle alabileceğim hissiyatını kapıldım. bu ara kindle da alırsam tam anlamıyla ayranı yok içmeye e-book'la gider sıçmaya durumu olacak gibi, ki giderim de... ayrıca benjamin'den girmişken bu zat-ı muhteremin bir de mekanik yeniden üretim çağında sanat eseri diye başka bir makalesi daha var. onu da okuyup sayın meröp'ün isteği üzerine -arada bir bağlantı kurmayı başarabilirsem- atilla taş'ın, aşırı hentai pornosu izlemesinin yan etkisi olarak yazdığını düşündüğüm asian temalı grotesk ağıta da değinmek istiyorum ama orda mekanik yeniden-üretilebilirlikten fazlası olduğu kesin. hem de çok fazlası...
Bir interview'in anatomisi.
5 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder