malumunuz, özellikle uçan hollandalının yılın blogu ödülünü almasından sonra futbol blogları mantar gibi çoğaldı. hadi sadece futbol olsa yine iyi... aynı uçan hollandalının yaptığı gibi ara sıra şarkılar, klipler, komikli şakalı fıkralar... tam bir şahane pazar havasında futbol blogculuğu anlayışı sardı yurdumuzun dört bir yanını... zaten futboldan en az anlayan kişilerin teknik direktör ve hakemler olduğu ülkemizde aslında blogculuk bu açıdan bulunmaz bir fırsattı ve insanımız bu fırsatı sömürdü resmen... gerçi zaten blogları kategorize etmeye kalkacağım başka bir postta ve ben de aslında klişenin bir parçasıyım ama neden futbola girdim? çünkü futbolla ilgili kimsenin bilmediği, bilip de görmezden geldiği bir gerçeği açıklamak üzereyim.
aslında futbol gibi, modern takım sporlarında amaç daima aracın önündedir. yani tam da modern zamanların istediği gibi, estetik ve hatta etiğin 2. plana atıldığı ve ne kadar fazla gol atarsanız o kadar iyi olacağı, kazanmak için her yolun mubah olduğu, tamamen linear bir başarı eğrisinin yönettiği bir oyundur futbol. aslında bütün takım sporları böyledir. takım sporlarının bir anda moda olmasının arkasında yatan sebep de 20. yüzyılın faşizan ulus devletleri ve seri üretimle gelen kapitalist tüketim ekonomisinin bir metaforu gibi olmalarıdır. yani franco'nun futbolu bu kadar desteklemesinin tek sebebi insanların futbol seyrederken dünyayı unutması değildir kanımca. zira futbolda da birey değil, takım önemlidir. oyuncu 5 gol atsa bile takımı 6-5 yenilmiş olduktan sonra yaptığının pek bir önemi yoktur. oyuncular kendi formalarıyla gruplandırılmış ve her oyuncu kendi benliğini iptal ederek takımın menfaatleri için uğraşmaktadır. burada futbolcuların hayvan gibi para kazanmasını örnek vererek benden dayak yemek isteyen olacaktır tabii ama burada asıl bahsettiğim olayın ekrana yansıyan biçimidir. riefenstahl'ın triumph of the will filmini seyretmiş bir sürü insan vardır kesin... orada da koca film boyunca alman toplumu ve alman askerleri toplu halde gösterilip duruyordu. topluluktan ayrı duran tek kişi hitler'di sanıyorum... yani bireyin yok edilip topluluk içinde tanımlanması ve sadece bağlı olduğu kuruma hizmet etmesi. futbolla benzerlik göstermiyor mu? zaten milletçe sürüldüğümüz yolun da bundan farkı var mı? hiçbir şeyi sorgulamadan vatanımıza, milletimize, anamıza, babamıza, dedemize, onun dedesine, allaha, peygamberlere, meleklere, ota boka bir sürü sorumlulukla donatılmıyor muyuz kendi rızamız dışında? yani zaten bir sürü takımın oyuncusuyuz ve kendi benliğimiz hiç olmamış bile. denilson'u düşünün... bence dünyaya gelmiş en iyi 5-6 futbolcudan biridir ama genelde başarısız olarak addedilir denilson. çünkü takımın galibiyetine çok fazla katkı yapmamaktadır. topu alıp 3-4 kişiyi ayağında oynatıp büyük ihtimalle kendi başına eğlenmektedir. yani "verimli" değildir ve verimlilik aslında takım sporlarında ve kapitalist değerler sisteminde en önemli şeylerden biridir. yani mesela carrick'in oynadığı futbol pek göze batmaz ama verimlidir. 1 yıl maç seyretseniz carrick'in 10 tane müthiş hareketini göremezsiniz ama istatistiklerine baktığınızda döktürmüştür. estetiğin geri plana atılmasına en iyi örneklerden biri budur sanıyorum... kierkegaard'ın tanımıyla "tin yoksunluğu"ndan muzdarip, sürekli kendisini sınırlayan tanrı, vatan gibi kavramlara bağlılığı gibi, desteklediği takıma bir totem tapınmasıyla bağlı olan taraftarın da çok iyi bir "takım oyuncusu" olduğu söylenebilir.
bunun dışında, futbolda aslında istenen şey imkansız olandır. ortada asla erişilemeyecek bir ilüzyon vardır. bunu en iyi iddialı takımlarda ve özellikle de onların taraftarlarında gözlemleyebiliriz diye düşünüyorum. diyelim ki desteklenen takım 1 sezon önce katıldığı her kupayı kazandı. bir sonraki sezon sadece birini kaybederse bütün ilgi ona odaklanır ve o kupa için üzülünür. yani aslında her kupayı 100 yıl boyunca sürekli aynı takım kazansa (45 yıl civarından sonra dünyada muhtemelen başka takım kalmazdı gerçi ama) maçlara çıkmasının hiçbir anlamı kalmayacaktır. yani ilüzyonu gerçeğe yaklaştıran başarıdan çok başarısızlıktır. tek tek maçlar için bile aynısı söylenebilir: bir takımın bütün oyuncularının her çektiği şut mutlaka gol olsa o takımın maçlarını seyretmenin bir anlamı kalmayacaktır. yani futbol maçlarını seyredilir kılan şey geleceğe ilişkin belirsizliğin sınırlı bir modelini belli bir bütünlük içinde sunmasıdır. kişi bir maçı baştan sona seyrederse baştaki belirsizliğin yerini alacak olan bilinen bütünlüğe dayanarak gelecek maçlarla ilgili tahminde bulunur veya ümitlenir. yani bir doyumsuzluk sözkonusudur. takım her maçı kazansa maçlarını seyretmenin bir anlamı olmayacaktır ama buna rağmen kişi istemediğini ister. yani bir ihtiyaç yaratılır diyebiliriz. fetiş objesi haline getirilen, kendi kendini yok eden bir imkansızlıktan başka bir şey değildir. bu yüzden bir aldatmacadır.
bir konu da ancak bu kadar dağıtılabilir... ama blog benim lan sonuçta istersem dağıtırım istersem orta yerine sıçarım. sonuçta bunu puanlayacak bir merci halihazırda yok... öyleyse asıl konuya geleyim. 40 yılda bir futbol olayına giren blogumuz, en hayati bilgiyi verip futbol anlayışınızı kökünden sarsarak bütün bu bildiğiniz linear futbol anlayışını yerle bir edecek bir şey söylüyor şimdi: tek sayılı skorların daha sansasyonel olması...
peki ne demektir bu? 1, 3, 5, 7, 9 gibi skorlarla maç kazanmanın dayanılmaz cazibesidir efendim. mesela bir takımı 3-0 yenseniz 4-0'dan daha sansasyonel olur. 6-0 fenerbahçeliler için önemli bir skor olsa da 5-0 kadar net ve ezici değildir. mesela 10-0 yeneceğinize 9-0, 8-0 yeneceğinze 7-0 yenin... hele ki asal sayı kadar gol atarsanız o ayrıca bir zevk verecektir... bir de bol gollü ama tek farklı galibiyetler vardır. mesela 2-1 o kadar sansasyonel değildir. 3-2 çekişmeli bir maç olduğunu gösterir. 4-3 genellikle arasındaki fark çok bariz iki takım arasında olur. küçük takım çok kasmıştır ama olmamıştır... skor 5-4 ise daha iyi olan takımın maçı pek sallamadığını anlarız. 6-5'te işin boku çıkmıştır artık. 7-6 ve 8-7 gibi skorlara ben şahsen tanık olmadım ama onlarda artık defansların greve gittiğini anlayabiliriz. öyleyse yaratacağı etki bakımından en sansasyonel skor güçlü sayılabilecek ve iddialı bir takıma karşı farka gitmek anlamına gelen 5-0 ve aynı güçlü ve iddialı takıma karşı tek farklı maç olarak 3-2'dir.
işte bu yeni bilgilerin ışığında artık maçları daha bilinçli seyredin, veya bana kalsa hiç seyretmeyin. manyak mısınız lan gidin 3-5 hayırlı iş yapın, küsleri barıştırın, hayvanları besleyin, süt sağın, kek yapın... ama siz siz olun maç 5-0 olunca 6-0'ını istemeyin... 3'ken 4 olsun demeyin. mesela 5-6 sene önce almanya bir maçta sanırım san marino'yu 11-0 yeniyordu. son dakikada bir penaltı kazandılar ve onu da attı utanmaz adam! zaten gerçek hayatta itfaiyecilik, çiftçilik, strip club garsonluğu gibi meslekleri olan adamlar var ve 40 yılın başı maç yapıyorlar. ne bu kadar doyumsuz olun, ne de tek sayılı ve özellikle de 11 gibi muhteşem bir asal sayılı skoru bozun aziz kardeşlerim...