sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

30 Aralık 2013 Pazartesi

netbook üzerine



muhtemelen gelmiş geçmiş en işe yaramaz bilgisayar konsepti netbook'tur. yetersiz donanım özellikleri zaten çoğu kişi tarafından bilinen bir gerçek. bunun üstüne bir de windows 7 gibi sistem kaynaklarını somuran bir işletim sistemi; o da yetmezmiş gibi kullanıcı tarafından kurulmuş google chrome gibi ağır aksak bir browser'la iyice allahı şaşan bir cihaza dönüşmektedir.

tabii ki bu demek değildir ki netbook'lar pazarlanamayacak. hiçbir boka yaramayacağı herkesçe bilinen birçok cihaz gibi, netbook'ları pazarlamak da mümkün olmuştur. ilk çıktığı zamanlarda netbook'ların üstünde rengarenk etiketler olurdu. etiketlerin üstünde explorer logosu, müzik notası, film şeridi figürü falan bulunur; pratikte hiçbir değeri olmayan ve yaptığı her şey başka cihazlarla da yapılabilecek netbook bir eğlence makinesi gibi lanse edilmeye çalışılırdı. aslında zamanının vcd player'larıyla yapılan bir şeydi bu. ara teknoloji olduğu belliydi ve sadece bilgisayarı pasif bir eğlence amacıyla kullanan tüketiciye hitap ediyordu.

zaten elektronik mağazalarına gittiğinizde de tezgahtarların bunu size kakalarken sahip olduğunuzu varsaydığı motivasyonlar bunu destekler nitelikteydi. bilgisayarlar hakkında çok az şey bilen insan, tezgahtara 3-5 sikko film izlemek, gazete sitelerine bakmak, mp3 dinlemek istediğini söylediğinde, tezgahtar hemen pahalısından bir netbook tavsiye ediyor, adamımız da pek anlamadığı için alıp gidiyordu. aslında aldığı netbook'un sistem özellikleri söylediklerini yapmasına yeterdi ama sorun şu ki, hayatta hiçbir şey hiçbir zaman o kadar basit değildi.

evine gelip bilgisayarını bir heyecanla kutusundan çıkaran müşteri, kendisine gösterilen yönergeleri takip ederek işletim sistemini ve cihazın markasının ciddi hiçbir boka yaramayacak bir bilgisayar için her biri ayrı gereksiz binlerce sistem aracını kuruyordu. her birinin de süper havalı isimleri vardı bu sistem araçlarının. toshiba assistance desk, toshiba system diagnostics analyser, system notification manager, soundlightning multimedia audiovisual enhancement toolbar, bluetooth distributive operation service gibi isimleri olan ve daha kimsenin ihtiyaç duyduğuna, ihtiyaç duyduğunda da bilgisayarı kilitlemeden kullanmayı başarabildiğine rastlanmamış bir sürü sistem aracı.

bir de temel işlevlerini bile rahatça yerine getiremeyen bu bilgisayarcıkları kullanıcısıyla dertleşen bir hal 9000'e çevirme çabası vardı ki, belki de en zavallı olanı buydu. mesela bir usb bellek bağladığınızda 4 tane sistem aracı birden çalışmaya başlayıp bilgisayarı yaklaşık 10 dakika felç ettikten sonra "bilgisayarınıza yeni bir cihaz bağladınız. soundlightning multimedia enhancement service ile açıp izlemek ister misiniz? sisteme yeni bir cihaz bağladınız. bu cihaz ile ne yapmak istersiniz? ne verelim abime?" türünde 20 tane mesaj birikir ve kullanıcı o sırada kabız olurdu. bunu kullananlar gerizekalı ya, kullanıcının kucağına bir bilgisayar değil, torununu oturtmuş gibi hissetmesi gerek. kucağınızda otururken "yeni bir cihaz bağladınız" diyen bir torun düşünün mesela, öyle bir şey. bu muhteşem şeyi herkesin hissetmesi lazım. zaten bunu kullanacak kişi bunda makale mi yazacak, kod mu yazacak, yoksa mynet okey mi oynayacak? tabii ki mynet okey. öyleyse neden soğuk bir arayüzü olsun değil mi? bence de. ver notification manager'ı anasını satayım. sabah bilgisayarı açınca günaydın desin, hoşgeldin desin, güle güle desin, hal hatır sorsun, sürekli kullanıcıya bi şeyler söylesin. pil bitmek üzere desin, az sakin kullan şunu desin. sürekli bi şeyler söylesin kullanıcıya; hiç susmasın. kullanıcı mynet okey oynuyor sonuçta. dijital bir yancısı olsa fena mı olur?

yapısal sorunlara hiç girmiyorum bile. göt kadar alana qwerty klavye + türkçe karakterleri sığdırma şelanjı (challenge) zaten kullanışsız olan bu cihazları hepten içinden çıkılmaz bir hale sokuyor; carpal tunnel'ından tut da türlü rsi rahatsızlığına sevk ediyordu kullanıcıyı. yine de zamanında iyi siktiler milleti. ne multitasking yapacak donanıma, ne de ekran boyutuna sahip cihazları çılgınca kaktırdılar insanlara. insanlar da aldı, 1-2 ay kullandıktan sonra o kadar sistem aracı ve her şeyi somuran işletim sisteminin istekleriyle başa çıkamayıp aforoz etti aleti. ben zamanında da söylemiştim böyle olacağını. her eve 30 tane bilgisayar almayın; bu bilgisayar, internet dediğimiz şey eskinin televizyonunun yerine geçmek üzere; gelin etmeyin dedim ama çoğu insanın tüketim çılgınlığından gözü dönmüştü bir kere.

satın alındıktan 15 dakika sonra yavaş yavaş göte girmeye başlayan netbook

ülkede netbook çılgınlığı tam gaz devam ederken birçok şeyi de anlama fırsatı yakalamıştım. bunlardan birincisi ve belki de en önemlisi, bir cihaz alınırken ne amaçla kullanılacağı kapsamının mümkün olduğunca dar tutularak keskin çizgilerle belirlenmesinin gerekliliğiydi. yani her şeyi minimum işlevi için kullanmanız gerekiyordu. bilgisayar alıyorsanız sadece bilgisayarda yapabileceğiniz bir şey yapmalıydınız. mesela film seyredecekseniz dvd player ve düzgün bir televizyon almak en iyisiydi. tabii bunu söylerken, masaüstü bilgisayar gibi bir yük beygirini gözardı ediyorum. masaüstü bilgisayar çok esnek, güçlü ve nispeten hesaplı bir çözüm olduğu için, onunla istediğiniz her şeyi yapmanız daha olası. netbook, smartphone, tablet gibi şeytan icatlarında ise "ben ipad'i kitap okumak için olum" diyorsanız, o ipad'de mümkünse sadece kitap okuyun. bazen cep telefonu almak üzere piyasa araştırması yapan insanlar görüyorum ve adamlardaki maymun iştahını, doyumsuzluğu, beklentiyi gördükçe benim içim burkuluyor. gerçi onların da bir suçu yok. reklamlarla şişirilen ürünlerin insan ideası üzerindeki yansımasında oluşan kırılmalar bunun sorumlusu. galaxy note tanıtımı gören biri, bu cihazın, bütün sorunlarını bitirecek bir tanrı olduğuna ikna oluyor. bu durum iphone için de geçerli. sonra forumlarda okuyoruz, adam aynen şöyle yazmış: "telefonun dizi performansını beğenmedim. pili çok çabuk bitiyor". kimse de çıkıp demiyor ki "telefondan niye dizi izliyorsun allahın manyağı?"

sonra bu kişiyi evinize davet edip iç dünyasına küçük bir yolculuğa çıkıyorsunuz. 2 yıl önce "bunda güzel dizi izlenir" diyerek 23 inç monitör almış. sonra "ben bu diziyi neden ferah ferah salonda izlemiyorum?" diye düşünerek bir de dvd player almış. tam bu olayın üstünden 3 ay geçmiş ki, adam "haftasonları uyandığımda yataktan çıkasım gelmiyor ama dizi izlemek istiyorum" diyerek taşınabilir dvd player almış. sonra dizilere altyazı embed etmek, cd'ye yazmak falan çok zor geldiği için adamımız bir de netbook almış ama bu sefer de yatağa yatarak dizi izlediği zamanlarda uykusu geldiğinde bilgisayarı kapatmak falan zor gelmiş ve adamımız bir düğmesine basıp kolayca kenara koyabileceği bir dizi izleme cihazına ihtiyaç duyduğu sırada karşısına samsung galaxy ultra mega note 4 çıkmış. adam onu almış tabii ama bu sefer de şarjı pek gitmiyormuş. adamımız dizi izlemek için 8 tane falan cihaz almış olmasına karşın rahat rahat dizi izlemeyi başaramamış ve şu sıralar ipad almayı düşünüyormuş. ben almadan söyleyeyim, ipad'in dosya sistemine alışamayacak bu adam. itunes yüzünden onu da kullanamayacak. artık o zaman ne alır bilmem.

kısacası, netbook alıyorsanız, onunla (mümkünse flash unsuru içermeyen) 2-3 siteye girin. sadece bunu yapın. ipad alıyorsanız da bunu yapın veya pdf okuyun. telefon alıyorsanız, bu siktiğimin aletini sadece arama yapmak ve mesaj göndermek için kullanın. bir de çok seviyorsanız sosyal medya için kullanın, çünkü sosyal medyanın akıllı telefonları daha etkin pazarlayabilmek amacıyla ve dolayısıyla bu tür cihazlara yönelik olarak optimize edilmiş bir biçimde tasarlandığını söyleyebiliriz. her yerde her şeyi yapmaya çalışmayın. mesela yatıyorsanız uyuyun; dizi izlemeyin. yemek yiyorsanız bir yandan ağzınızı açıp dizi seyretmeyin. aslında bana kalırsa hiç seyretmeyin o gerizekalı hollywood klişe çöplüklerini ama illa izleyeceğiz diyorsanız da, bunu salak salak pozisyonlarda yapmayın. zaten 10 dakika ya sürüyor ya sürmüyor siktiğimin yemeğini yemesi. onu yeyin, sonra gidin ne izleyecekseniz izleyin.

benzer biçimde, netbook'u da bu kadar kullanışsız kılan bana göre her şeyi çok zor yapıyor olması. browser açıyorsunuz, flash açarken afakanlar basıyor; film seyretmek istiyorsunuz, kucağınızda ısınıyor, kucağınıza almadığınızda küçücük ekranda ne döndüğünü anlayamıyorsunuz; omegle üzerinden cybersex yapayım desen, kamerası çok aşağıda kalıyor ve ekranı yukarı kaldırdığınızda tam bir gerizekalı gibi görünüyorsunuz. "hiçbir şey yapamıyorum, bari portatif ama standalone bir müzikçalar gibi kullanayım" düşüncesiyle mp3 açıyorsunuz, cihazı tasarlayan dehanın hoparlörleri cihazın altına koyduğunu görüyorsunuz. dolayısıyla ses istediğiniz düzeyde gelmiyor. ses iyi gelsin diye götünü kaldırıyorsunuz, bu sefer de şarkı çalarken bir yandan mail atamıyorsunuz. "soundlightning multimedia sistemini açıp ses ayarı çekeyim" diyorsunuz ama soundlightning açıkken müzik takıla takıla ilerliyor. "senin kitabını sikerim lan" diyerek aleti yumruklamaya başlıyorsunuz, bu sefer de hacı babanıza yakalanıyorsunuz. kısacası her boka yarıyor ama hiçbir boka yaramıyor alet. ayrıca merak ettiğim bir nokta var. her boka özel işletim sistemi geliştiren windows neden netbook'lar için de sistem kaynaklarını daha az kullanan bir işletim sistemi yazmıyor? bu çok zor olmasa gerek. en azından bütün netbook'lara koşa koşa win7 kurmak yerine bazılarını xp olarak bıraksalar, fiyatları aynı olsa dahi eminim kimse win7 olanı almazdı. ubuntu kurulabileceğini zaten sanmıyorum da mesela haysiyetli bir marka da çıkıp şunlara beleş bir işletim sistemi atsa olmaz mıydı? üzerinde minimum uygulamalar bulunan, sistemi pek yormayacak, saçma sapan sistem araçlarından arındırılmış özel bir işletim sistemi güzel olmaz mıydı? olurdu tabii. peki neden yok? eşşeğin zikinden dolayı. o zaman netbook'lar gerçekten rahat bir biçimde kullanılır ve güncellenmesi gerekmezdi de ondan. bunu alan kişinin 3 ay sonra yetersiz bulup başka bir laptop alması gerek değil mi? sizi orospu çocukları sizi.