sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

13 Temmuz 2014 Pazar

memleketine atanan memur kız

şimdi sizlere toplumumuzun kanayan bir yarasından bahsetmek istiyorum: memleketine atanan yeni memur kız. peki bunu neden anlatıyorum? çünkü son zamanlarda bunun örneklerini çok fazla görüyorum. 25-26 yaşlarında, annesinden-babasından kaçmak için fırsat kollaması gereken kızlarımız önce memur olup, sonra memleketlerine atanarak bütün maaşı çeyize yatırmaya başlıyorlar. bu da toplumun sıkıcılık yüzdesini çok artırıyor. bazen sabah uyandığımda force'ta öyle bir dalgalanma algılıyorum ki ağlamaklı oluyorum. bu yüzden, son zamanlarda memleketine atanan memur kız dosyasına el atmak istiyordum ve allah-u teâlâ'nın izni ve inayetiyle bugünlerde klavyeye aldığım bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. okurken yer yer içiniz sıkılabilir, mideniz bulanabilir ve yakınınızdaki bazı insanlardan nefret edecek duruma gelebilirsiniz. şaka lan, bi bok olmaz.

"bayan için ideal meslek öğretmenlik abi" -anonim

üniversite hayatı boyunca sırasıyla akademisyen, editör, hostes ve özel okul öğretmeni olmak istediği dolambaçlı yollardan geçip, sonunda "kadın için ideal meslek devlette öğretmenlik" düsturuyla "devlete kapağı atan" hanım kızımızın nirvanasıdır memlekete atanmak. çocukluğunu, genç kızlığını geçirdiği şirin beldesine muzaffer bir kumandan edasıyla dönecektir şimdi. çünkü artık 2000 lira kazanıyordur. tek sorun, kendisini fiat albea'sıyla sabahları serpme kahvaltılara, akşamları belediyenin ramazan organizasyonlarına götürecek memur kocişi bulmaktır. zaten memlekete dönüş de bunun için arzu edilmiştir. anneden "hayırlı kısmet" telefonu beklenir. bu istek sözlere dökülmez belki ama anne, bakışlardan, yürürken duvara sürtünme kuvvetinden anlar bunu. kısmet istenmektedir.

hemen takım elbisenin çok yakıştığı bir memur bulunur. o da aynı duygularla memleketine, gençliğini geçirdiği o yemyeşil, şirin beldeye gelmiştir. akşamları annesinin yanında çay içmek, küçük ağa dizisini izleyerek petit beurre yemek, arkadaşlarıyla ortamlara akmaktan, sınırsız pompiş yapmaktan daha çekici gelmiştir. hayırlısıyla mutlu bir yuva kurup, bellona koltuk takımına boğduğu estetik faciası kartonpiyer lamba göbekli evinde 230 ekran plazma televizyondan küçük ağa izlemek, çay içmek ve ülker kremalı bisküvileri lüpletmek istemiştir.

kızın telefonu oğlana, oğlanın telefonu kıza verilir. ben olsam ikisine de kendi numarasını verip, hangisinin daha gerizekalı olduğunu tespit etmeye çalışırdım. burada bir parantez açmak istiyorum. ve açtım ( telefon numaralarının, katalizör aile bireyleri tarafından gençler arasında takas edilmesi olayını yeni duydum ve duyar duymaz tuvalete koşup ağız dolusu kustum. bizim bir akrabamızın annesi yapmış bunu. gözüne kestirdiği kızın annesiyle konuşup, telefon numarasını oğluna vermiş. kızın annesi de oğlumuzun numarasını kıza vermiş. bu uyumsuz angajman, benim aklıma direkt pasolini'nin ölümsüz eseri yaprak dök-pardon salo'nun şu sahnesini getiriyor.

evet, konumuza dönelim. bu ikisi evlenmeye karar verir ve dillere destan bir düğün yaparlar. düğünde takılan paralarla tüylü halı, istikbal marka koltuk takımı ve küçük ağa dizili 480 inç plazma televizyon alınacaktır çünkü. "hacu bi deyiver bakam bi madde plazma ise o madde nasıldır?" desen, konu hakkında bir kelime bile söyleyemeyecek olan adam eşe dosta hava atar "9 yard plazma tv aldık evkurdan" diye. hatta "şu sağ alttaki küçük ağa yazısını görüyonnu? babamların mutfaktaki televizyon tam onun kadar ahahahauhahusadhaorewr" diye espri bile yapar. babasının evinde tuvalette bile televizyon vardır. tuvalizyon koymuşlardır adını eeıheıaheu. kızımızla oğlumuzun iğrenç zevki (ve tam karar aşamasında dürtmeyle karışık çimdikle tebliğ edilen yadsınamayacak düzeyde kadın anam etkisi) bir araya gelip öyle düzenli, öyle sıkıcı ve öyle steril bir ev yaratmıştır ki, askeri disiplinle idare edilen bir biyokimya laboratuvarı bile o kadar düzenli ve steril olmayabilir. ortada güreş tutulacakmışçasına duvarlara dayanan çekyat takımı, tam ortasında laminat parke üzerine serilmiş tüylü, iğrenç bir halı, odayı stadyum gibi aydınlatan beyaz ışıklar ve sürekli açık bir televizyon. ekran büyüklüğü 32 hektar falan. eve vinçle çıkarıp salonda monte etmişler ve asma aparatı yerine istinat duvarı örülmüş. işin en ilginç tarafı ise, bütün bu malzemelerin evkur'dan alınmış olmasıdır. nedendir bilmiyorum ama evkur'da böyle aşırı gelişmiş varoş bir düğüncü mağazası havası vardır. evkur'un içi oğlunu dürtükleyen kadın anam'larla doludur mesela. "playstation'ı kız tarafı alır, sen garışma" gibi telkinlerle, boks antrenörü gibi sürekli taktik vererek hayattan bezdirir oğlunu.

bir de söz konusu düzenli evde daima kadın anam da mevcuttur. bir gitmez o siktiğimin evinden. ne zaman evle ilgili bir update yapılsa, kremalı bisküvi, çay, küçük ağa triosunun tamamlayıcısı olarak koca don paçalarının içine sokulduğu kahverengi, yarı saydam bir çorap giyen anne daima salonun spotları altında ilişkinin yıldızı edasıyla göze çarpar. bi rahat bırak la çocukları. adamlar evleneli 1 hafta oldu ama 1 kez bile öbüşmediler. adam ereksiyon yüzünden kapılardan geçmiyor, sen hala oturmuş bacaklarını ovalarken "havalar da erken soğudu bu sene" diyorsun. birazcık anlayış be kadın. evine gitsene artık ya.

neyse efendim, ne diyorduk, nerelere geldik. buradan türkiye cumhuriyeti devletine, sayın başbakanıma, cumhurbaşkanıma, kuvvet komutanlarıma sesleniyorum. şu kızı lütfen memleketine atamayın. dünyanın sıkıcılık yüzdesini artırıyorsunuz ve çok ayıp ediyorsunuz.