geçende istasyonda tren beklerken çevremdeki insanlardan birkaçı eve köpek alıp alamayacakları üzerine tartışıyorlardı. düşündüm de, ben hiçbir hayvanı sevmiyordum. benim gibi sevgi dolu bir insan nasıl olur da hiçbir hayvanı beğenmez diye düşünüp bu durumu içime sindiremedim. mutlaka benim de sevdiğim, beslemek istediğim, kürkünü başını okşayıp sevgi yumağı gibi takılmak isteyeceğim bir hayvan olmalıydı. uzun uzun düşündükten sonra bir gün bahçeli bir evim olursa bahçede ayı beslemeye karar verdim. peki neden ayı? ayıyı diğer mahlukattan ayıran özellikler nelerdir? ayı sahibi olmak insana ne gibi değerler katar? işte bu yazımda bunları tartışmak istiyorum sevgili blöğ kardeşlerim
1- ayı dürüsttür: hep övünülecek bir şey gibi bahsederler ya, köpeği şehrin dışına bıraksan gider sahibini bulur, kediyi bıraksan sahibini umursamaz, evinin yolunu tutar diye ve bunlar hep romantik hayvan bakıcısı tarafından bir içgüdüden çok hayvanın davranış biçimi addedilir. ayı böyle değildir işte. ayıyı şehrin dışına bıraksanız ne sizi, ne boklu evinizi sallar. öyle eve gidip heves içinde beklersiniz geri dönecek diye... köpek gibi yalaka, kedi gibi materyalist değildir. ayıdır o, geri dönmez. "banane ulan, kendi kaybetti. evde de istediğim yere sıçıyordum, burda da istediğim yere sıçıyorum. canı isterse elinde bir ceylanla gelir beni ikna eder" diye geçirir aklından. karizmasından ve kibirinden zerre ödün vermeden sonuna kadar ormanda takılır, canına minnettir.
2- ayı anarşist ve özgürlükçüdür: özgürlük dendi mi hep aklımıza kuşlar gelir değil mi? çünkü kuşun kafesini açtığınızda, öyle bir ses çıkardığını kimse duymamış olsa da, pırrr diye uçar. ayrıca kuşu kafese koyduğunda gece gündüz deli gibi bağırır, kafa siker. yani tam sadist bakıcının, yasa koyucunun kendisinden beklediği şeyi yerine getirip bir tatmin duygusu verir. bir kuşu özgürlüğüne kavuşturduğunu gören sadist yasa koyucu oturur bir de kendisiyle gurur duyar utanmadan. peki ayı öyle midir? kafese koysan pek takmaz. yere oturur, bacaklarını açar ve bir şeyler kemirir. yasa koyucunun kurallarına pasif protesto uygular. o kurallar yokmuş gibi davranır. kafesini açarsın, çıkmaz. adeta "ben zaten burdaydım, sen kendini tatmin etmek için çevremi kafesle çevirdin ama şimdilik eğlenmene izin veriyorum" dercesine takmaz bakıcıyı. kendi özgürlüğünü, yasa koyucunun onu özgür bırakma özgürlüğünü sınırlayacak biçimde inşa eder. öyle bir duruma gelir ki ayı kafesten çıkar ama bakıcısı sevinir özgürlüğüne kavuştuğu için...
3- ayı zekidir ve sahibini de zekileştirir: birçok kedi-köpek sahibi kedinin eline yumak verir veya köpeğin yakalayıp getirmesi için uzaklara top atar. kedi oynadığı yumağı bir türlü kavrayamadığından ve yumağın karmaşık yapısının dinamiklerini çözemediğinden yumakla sağa sola yuvarlanır, sahibine çok sevimli gelen bir şekilde komiklikler sergiler. tabii biz insanlar (çoğu zaman) kediden daha yüksek bir iq'ya sahip olduğumuz için kedinin çektiği ızdırabı tahayyül edemiyor, kedinin de o aktiviteden keyif aldığını sanıyoruz. oysa kedi bir noktadan sonra yumakla cebelleşmelerinin sonrasında gelen ödüllere şartlanıyor ve onu, karnının doymasını önceleyen bir tür ritüel olarak alıp bıkmadan usanmadan oynuyor yumakla. böylece, bir yandan da ayının özgürlükçülüğünün tam tersi bir şekilde, bir efendi - köle diyalektiği içinde gelişen sakat bir ilişki ortaya çıkıyor. aslında köpeğin de pek farkı yok. o da ontolojik sürekliliği kavrayabilecek kadar zeki olmadığı için top her atıldığında farklı bir avın çalıların arasına düştüğünü sanıp hareketleniyor. onu her koşup getirdiğinde sahibinin başını okşamasınıysa bir mükafat olarak aldığı için her seferinde gidip aynı topu getirmekten bıkmıyor. kuşların zaten kuş beyinli olduklarını hepimiz biliyoruz. salıncakla oynayabilen hayvandan ne beklersiniz ki? diğer taraftaysa ayı: çalılıklara top atsanız topa değil size bakar "şimdi onu neden oraya attın?" diye soran, yaşadığı saçmalıktan bitkin gözlerle. önüne yumak koysanız bir pençe darbesiyle 50 metre öteye gönderip bir numarası olmadığını anlar. yumağı almaya da siz gidersiniz. işte böyle böyle derken bir süre sonra daha yaratıcı oyunlar geliştirmeye çalışırsınız. zekanız parıldar... eskiden mahallelerde ayı oynatan insanlar vardı. onlar ayıyı oynamaya şartlandırmak için kullanılan dahice yöntemleri nasıl buldular sanıyorsunuz?
4- ayı gururludur: kedi - köpek gibi jenerik hayvanlar besleyen insanların karşılaştıkları çok büyük bir sorun da bu hayvanların her şeyi beğenmemesidir. yani mesela bir kedi illa tasta süt ister. sütü koyunca pıt pıt pıt diye koşup gelip diliyle yalaya yalaya içer sütünü... veya köpeğe kemik verirseniz kuyruğunu sallar, nasıl sevindiğini belli eder. sevmedikleri yiyecekleri verirseniz yemezler. işte tam bu noktada kedi - köpeğin sahibi "ay ne kadar gururlu hayvanlarım var, ağzına sarmayan yemeği nasıl da yemiyor" der ama yaptığı olayın antroposentrik, yüzeysel bir görüşünü çıkarmaktır. kedi o yemeği yemeyerek aslında efendi - köle diyalektiği içinde bir tür küçük protesto yapmaktadır. o gün kendini aç bırakarak sahibine "bir sonraki sefer düzgün yemek getirmezsen kendimi açlıktan öldürürüm allahıma" demek ister fakat bu bir ergenin başkaldırısından farksızdır aslında... sahibinin otoritesini içselleştirmiştir ve potansiyel sonucunu belirlediği bir beklenti içine girerek sahibinden aşağı bir konumda olduğunu kabul eder. işte şimdi bu konuda ne kadar yanlış düşündüğünüzü görüyorsunuz sevgili blöğ kardeşlerim... diğer tarafta ayı ne yapar? önüne gazete atsanız yer ve kağıdın organik bileşenleriyle bile beslenir. et koysanız yer, ot koysanız yine yer, tabağıyla götürür. adeta "bugün de mideye indirilmekten kurtuldun şanslı çocuk" der gözlerinizin içine bakarak yiyeceğini kemirirken. bir süre sonra sahip, ayıya sahip çıkmaya başlar, çünkü ayı o kadar gururludur ki sahibi gardını indirip onunla arkadaş olmaya karar verir. hatta şu resmi dikkatle inceleyelim:
bakın ayımız ne kadar da mutlu... aile içinde saygı görüyor ve ailenin bütünlüğüne nasıl da katkıda bulunuyor. tamam bir dakika oradaki sakallı amcadan bahsetmiyorum... ayı dediğim gerçek ayı, şu tam karşıda duran... evet bakın nasıl da gülümsüyor... gözleri hayata gülen bir ayı kadar mutluluk verici ne olabilir? orada envaî çeşit yiyecek varken bir kediyi, bir köpeği zaptedebilir misiniz? ama bakınız ayı nasıl da sabırla bekliyor tabağına yemek konmasını... o kadar takdire şâyan ki... bazan biz insanlar bile yemeğin orasını burasını mıncıklayıp tadına bakmayı ihmal etmezken bu ayı nasıl da özen gösteriyor adâb-ı muaşerete. o kadar kibar bir beyefendi ki şu fotoğrafın çekildiği zaman çevresindeki hanımefendilere iltifat olsun diye mütevazı bariton ses tonuyla "la donna é mobile / qual piuma al vento" dizelerini bile seslendiriyor olabilir. mutluluğu yüzünden okunuyor asalet timsali hayvanın.
ayrıca ayı dediğimiz gururlu canlıyı tasma takıp gezdiremezsiniz. o buna layık değildir. zaten kolunuz pahasına tasma takmayı başarsanız dahi onu yerinden kıpırdatamazsınız. ancak elinizi omzuna atıp parka falan götürebilirsiniz. parkta da kedi köpek gibi elalemin topuna, frizbisine takılıp sizi satmaz. yanınıza oturur ve sizinle dertleşir. "olum şu ilerdeki pembe şortlu nasıl ha?" diye sorarsınız ve "yenge ağzına sıçar abi" manasındaki kükremesiyle aklınız başınıza gelir. çünkü ayı ahlaklıdır, düşüncelidir. evdeki zavallı kadıncağızın, o cânım pirzolaları yapan iyilik abidesinin üzülmesine gönlü razı olmaz. bence bunlar bir hayvan için muhteşem özelliklerdir. ne kedi gibi nankör, ne köpek gibi yalakadır. yeri gelir insanı evcil hayvanı gibi sahiplenir, onu dışarıdan gelen tehlikelerden korur, dosta güven, düşmana korku verir.
maddeler artırılabilir tabii ama uykum geldi, uyuyacam ulan
Cef- Epik bir final
5 yıl önce