sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

29 Kasım 2008 Cumartesi

kıyamet alametleri vcd seti



ulan manyak mısınız? diye sormak istiyorum. böyle bir seti insan neden derler, neden satar? gerçi en başta bunu sorgulamak lazım. çatır çatır satıp milyarları götürüyorsunuz işte pezevenkler! üstelik bunu allah yazdı demiyor musunuz? kuran ayetlerinden, hadislerden falan çıkarım yapıp sonra bunları vcd haline getirip paraları götürmüyor musunuz? fikri veren tanrı, hayran kitlesini oluşturan peygamber, kaymağı yiyen sen... bu mudur o büyük ahlak anlayışınız? ne bir boka yeni bir yorum getirmişliğiniz var, ne bambaşka bir şey ortaya atmışlığınız var. bizim zaten bildiğimiz şeyleri "üstün animasyon teknikleriyle" görselleştirmişsiniz. dağlar hareket ediyor, güneş batıdan doğuyor, gökdelenler pörtlüyor, 1200 yaşına kadar yaşayıp bizi bilgisayar karşısında her gördüğünde küfür eden yaşlılara saygı gösterilmiyor, komşuluk ilişkileri kalmıyor, kızlar götünü başını açıyor falan... bunların üstün animasyon teknikleriyle hazırlanması sonucu bize giren çıkan ne merak ediyorum. v gibi binaların temellerine bombalar yerleştirip büyük gökdelenleri aşağı mı indireceğiz? kızlarımız bir anda gaza gelip tesettüre mi bürünecek? dağları çelik halatlarla direklere mi bağlayacağız? yaşlılarımızı sırtımıza alıp ekvatorun çevresinde 7-8 tur atıp kim en iyi tur zamanına ulaştı diye mi hesaplayacağız?

hadi hepimizin bildiklerini veya bir şekilde aşina olduklarını bize sattılar parayı kaldırdılar diyelim... asıl önemli noktaya geliyoruz. böyle bir sete ihtiyaç duymak nasıl bir psikoloji gerektirir? insan neden üstünde güçlü bir otoritenin olduğunu hissedip onun korkusuyla titremek ister? tabii bunu dışarda söyleseniz hemen önünüze bir koç yiğit atlayıp suratınıza kezzap attıktan sonra "allah olmasaydı havasını soluduğun bu dünya olur muydu bre gafil?" şeklinde bir retorikle sizi sorgulamaya başlar. havadaki oksijeni, bitkileri, hayvanları falan o yaratmış. tamam yaratmış olabilir de yani oksijen olmasa milyon yıla dayanan bir zamandır insan var olur muydu? yani insanı var ettiyse ön koşul olarak bazı şeyleri de yaratmış olması gerekmez mi zaten? bu noktada evrim teorisinden falan hiç bahsetmiyorum bile insan zınk diye dünyaya indirildi varsayıyorum. gerçi asıl konu bu da değil... asıl konu insanların genelindeki sadomazoşist anlayış. bu durumu kendi anne-babanızda veya akrabalarınızda bile gözlemleyebilirsiniz. çoğu insanı hayata bağlayan şey ezmesi gerekenleri ezip, eteğini öpmesi gerekenlerin eteğini öpmesi aslında. mesela bizim zorumuz ne ki bayrağımız için canımızı veririz türünden laflar ediyoruz? kendimizi yok ederek faydalı olduğumuzu sanmak neden? aslında devletten bizi kısıtladığı için, bizi otoritesiyle yok edip üstüne bir de paralarımızı topladığı için nefret etmemiz gerekmez mi? askerliği bizi tamamen yok edip halka arz ettiği için reddetmemiz gerekmez mi? her türkün asker doğması neden? veya daha geniş bir şekilde, neden türk olmaktan gurur duyuyoruz? bütünün parçası haline gelmekten zevk almak, yok olmak neden?

öyleyse, bu bağlamda düşündüğümüzde "laik" diye bir kelime de kendi kendisini yok ediyor. din ve devlet birbirinden ayrılamaz çünkü ikisi de aynı şekilde işliyor. ikisinin de hitap ettiği kitle aynı aslında. 2 çocuğumu şehit verdim 2 tanesi de sırada bekliyor diyenle allah öyle uygun gördü bina çöktü kızımız öldü, şehit oldu şikayetçi değiliz diyen arasında hiçbir fark yok. ikisi de en tepedeki sapkınlara hizmet ediyor. yani sapkın derken gerçek sapkın. kendisini çıplak bir şekilde sandalyeye bağlatıp saatlerce kırbaçlatan ve sonra birinin ağzına dışkısını bırakan biriyle aynı duyguları taşıyan gerçek bir sapkın... bunların devletin en üst noktalarına gelmesini sağlayan da zaten böyle duygulara sahip olmaları. buradaki durumun daha da net anlaşılması için pier pasolini'nin salo or the 120 days of sodom filminin seyredilmesi tavsiye edilir.

ayrıca konuyla ilgili olarak, theodor adorno'nun türkçeye de çevrilen "minima moralia" kitabının başlarındaki denemeler bu yok oluşun seri üretime uygunluğunun ve kapitalizme nasıl hizmet ettiğinin anlaşılması açısından önemli. yani durumun bir de bu boyutu var. bizim bu "düzen" içindeki biri olmamız işadamlarının da ine yarıyor. daha az sermayeyle daha büyük kârlar elde edebiliyorlar bu durum sayesinde.

aslında blog yazmak, ve hatta klavye kullanmak bile bu bütünün parçası olma mantığının bir uzantısı sayılabilir ama bunu boşverelim en azından daha masumdur. demek istediğim, "kıyamet alametleri vcd seti" diye bir cismin olması toplumun çoğunluğunun ne kadar sadomazoşist olduğunun göstergesidir. vatan, millet, din kutsaldır onlar için canımızı veririz. onlar bizi becerdikçe de sesimizi çıkarmaz, sevinç ve gurur gözyaşları dökeriz. belki bir kıyamet alameti varsa o da kıyamet alametleri vcd setinin ortaya çıkmasıdır.

23 Kasım 2008 Pazar

olimpiyat ruhu

2008 pekin olimpiyatlarındaki en iyi kareler olarak seçilmiş fotoğraflardan bazılarını olimpiyat fotoğrafçılığı ruhunu daha yakından tanımak amacıyla sizlerle paylaşıyorum. çok iyi yakalamışlar ayrıca da tebrik etmek gerekir.



tanımayanınız kaldı mı?


ordan çıkan şey bir şemsiyenin sapıysa çok kötü


bunda pek bir şey yok


fotoğrafçıların cheerleader fantaazisi


az daha girseydin biraz uzak kalmış sanki


bu resmi çekmekte bir şey yok da en iyi resim olarak seçmek ilginç


brezilyadan çıkmasa şaşmak lazım zaten


iyi yakalamışsın dostum

bez bebek


efendim böyle bir fenomen var. sihirli annem denen beyin bulandırma seansları (veya sekansları) bütünüyle başlayan bu fantastik öğeler içeren dizi yapalım modası günden güne artarak büyümüştür. aslında bcür cadıyla başlamıştır ama böyle şeker gibi çocuklar, range roverla gezip tozan özel okullara giden tipler bücür cadıda yoktur... daha çok bir kro retoriğinin geçerli olduğu bir mahallede gelişen trajierotik olaylar anlatılır orada... neyse bu furyaya selenayı falan ekleyebiliriz. ayrıca selenanın çekildiği, insanların mini etekle gezdiği okulun ben orta 3'teyken benden saklanmasını hala içime sindiremem. neyse yine konuyu dağıtmadan bu türün bir başka versiyonuna, bez bebeğe geçmek istiyorum çünkü o apayrı bir şey... bundan önceki dizi konseptimizi tanımlayan temel özellikler nelerdir? haftada bir bölüm yayınlanır, onlarca saatin sıkmaması için sürekli bir macera olması gerekir, bir düşünce biçimi veya sanat akımıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur, başına sonuna reklam veren firmaların büyüklüğü ile dizinin kalitesi ters orantılıdır falan... bez bebek bütün bu standartları yerle bir eden bir dizi. bir kere anlamadığım şey şu: günün 20 saati falan yayınlanacak kadar bölümü nasıl çekiyor bu insanlar? yani bildiğim kadarıyla bir günde 24 saat var. ne zaman fox'u açsam ekranda bez bebek! mesela ntv sporda maç seyrediyorum devre arasında geri dönüyorum bez bebek! bbc'de haberlere bakıyorum (evet bbc... yani evet öyle işte) haberler bitince açıyorum bez bebek! kitap okuyorum, 70-80 sayfa okuyunca gözlerim yoruluyor bakıyorum yine bez bebek! ulan nasıl çekiyorsunuz bu diziyi? şimdiye kadar 3 tane diziye büyük saygı duymuşumdur: birincisi south park. çünkü gerçekten her bölümüyle yerlere yatıran bir dizi... 2.si bücür cadı. insan seyrederken o dizideki hayatlardan birine sahip olmadığı için şükrediyor. yuv şehriye konim yuw diye etrafta dolaşmadığına, arkasından elinde yaprak sarmasıyla abbaasshh abbaashh diye koşan wagner'in nibelungen yüzüğü'nden fırlamış bir kadın olmadığına (ayrıca kendimi neden yunus bülbül'le özdeşleştirdim bilmiyorum) şükrediyor mesela...

saygı duyduğum 3. dizi ise mahallenin muhtarları. o kadar tekdüze, hiçbir özelliği olmayan, mal bir toplum olduğunu kanıtlamak için çekilmiş doktora tezi niteliğindeki bir dizinin bu kadar tutuluyor olması şaşılacak şey. bu dizideki sığlığa, mekanikliğe falan bakarak bizler hayatı final destination tadında yaşıyoruz bence. mesela birine kötü bir şey söyledin mi küsüyor, gönlünü aldın mı barışıyor falan bu dizide.

o yüzden bu üçünün dışında 4. sıraya da bez bebeği koymak durumundayım. o da hala çözemediğim için... çözebilen varsa haber versin

harddiskinizin kıymetini bilin