sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

4 Şubat 2010 Perşembe

yemek yemenin en eğlenceli yolu

hepimizin bildiği gibi insan günde 2-3 öğün yemek yiyen bir fasilitedir. buna rağmen, en temelde, izlenmesi için oynanan futbol maçlarının izlenememesi için elden gelen her şeyin yapılması sonucu maçların şifreli kanala atılması gibi, adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde, yemeğe elle dalmamak, ağız şapırdatmamak, geğirmemek, ağızda yemek varken konuşmamak gibi, yemek yemeyi sıkıntılı bir süreç haline getiren tonla şey icat edilmiş ve içmeye ayranı olmamasına rağmen sıçmaya helikopterle gitmeyi kendine ilke edinmiş aristokrat ruhlu insanlar tarafından bu kurallar yumağı gözü kapalı kabul edilmiş olsa da yemek yeme süreçlerini eğlenceli hale getiren atraksiyonlar da yok değildir.

bunlardan bir tanesi bugün fark ettiğim posta gazetesinin amatör şairler kısmıdır. sonradan masayı silmekle uğraşmamak için yemekten önce masanın üstüne serilen gazetenin (fakat gazete orada 2 haftadır durduğundan değişen pek bir şey de olmadı gibi) bu kısmında, aynı havayı soluduğumuz insanların nasıl olup da bu hale geldiklerini ben şahsen hayvanlar gibi merak ediyorum. daha da merak ettiğim şey şu: bu kişiler gerçekten çevrelerinden olumlu tepkiler mi alıyor, ve neden şiir? neden anadolu'nun böğründe hiç amatör makale yazarları, amatör bilimkurgu yazarları, amatör sinema eleştirmenleri, amatör kontrbas virtüözleri, timsah avcıları yok da illa ki pınar başında mangal yakan tipler olsun, rosalinda seyrederken gözleme yapan tipler olsun hep şiir yazıyor? gerçi böyle bir saçmalık şiirde hep vardı. ilkokul 4-5 gibi sınıftaki bütün kızlar defterlerini şiirlerle doldurmaya başlamadı mı? sonra ortaokulda çeşitli öğretmenlerimizin (tarih öğretmeninin orayı burayı fethedip türk milletinin alayına gitmesi temalı kahramanlık destanları, türkçe öğretmeninin çiçek böcek temalı mallıkları falan) gerizekalıdan 1-2 adım ilerideki saçma sapan şiirlerini okudukça daha da dehşete kapılıp geceleri battaniyenin altında dizlerimize sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamadık mı umarsızca? (yok lan bu kadarını yapmamış da olabiliriz) sonra ondan da elim ve vahim olarak kendi öz annemizin, babamızın, sevgilimizin, karımızın, kocamızın salak salak şiir defterlerini ele geçirmedik mi? şimdi sorarım size hanginizin annesinin babasının, oturup mesela georges bataille ile marquis de sade arasındaki benzerlikleri, farkları falan irdelemişliği var? david lynch'in film noir anlayışını çözümlemişliği veya beethoven'dan yola çıkıp nazileri açıklamışlığı? peki nasıl oluyor da bunlardan daha manyak bir hissiyat gerektirdiği neredeyse kesin olan şiirde bu kadar iddialıyız ulan? hadi bunu yapanlar günlük hayatlarında da yaratıcı olan insanlar olsa bir nebze içim yanmayacak. hadi onu da geçtim kağıtlar dolusu sıçıyorsunuz bari başkasına göstermeyin yahu! adamın teki de 23 yıldır şiir yazdığını belirtmiş utanmadan. ama hala yazdığı şiirler hala ilkokul 4 seviyesinde. bari utan be adam, utan da koyma o saçmalıklarını ortalık yere. gerçi bu durumun beni neden ilgilendirdiğini yine anlamıyorum. dahası sabah okurken de çok eğlenmiştim halbuse...

Hiç yorum yok: