sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

27 Şubat 2010 Cumartesi

ankara çevik kuvvet'in dystopian araçları

 
biz her günümüzü judgement day havasında yaşamaya mecbur muyuz lan? her gün sabahın kör vaktinde yargıtayın karşısı "mevkıine" (trt türkçesi) konuşlandırılan ve yolun yarısını tıkayan çevik kuvvet araçlarına birileri bir çözüm bulsa ne iyi olur. o kadar stratejik bir noktaya park ediyorlar ki orada bir trafik cehennemi yaşanıyor. oğlum manyak mısınız lan? zaten kocaman birer konserve kutusu gibi araçlarınız var. sabahın köründe estetik duygularımıza tecavüz ettiğiniz yetmezmiş gibi bir de gidip trafiğin ağzına sıçıyorsunuz. hatta durun o araçlardan birini siz sevgili blög okurlarım için çizeyim... 



şimdi bir baktım da ben yine iyi çizmişim... bundan bile kötü görünen, devasa çöp konteynırları gibi araçlar koca caddeyi işgal ediyor. tabii devlet otoritesi güzeldir. severiz devletimizi de otoritesini de... hatta şimdi bu herifler telefonlarımızı da dinliyordur. dinlesinler anasını satayım! bizim cebimizde beş kuruş olmaması kimin umrunda ki? bir otobüse 500 kişi binmesi, yazın iki günde bir suların kesilmesi falan kimin umrunda? yeter ki otorite olsun... hatta ille de roman olsun şarkısı geldi lan aklıma


24 Şubat 2010 Çarşamba

a tribute to a true son of a bitch

ütüyü icat eden adama gömlek başına 2, pantolon başına 48 kez lanet ediyorum. hala cehennemin dibine gitmediyse allah belasını versin... ayrıca pantolonlarım ağaç gibi oldu. kaç kez ütülediğimi çizgileri sayarak anlayabiliyorum. tebrik ederim sayın orospu çocuğu. fi tarihinde icat ettiğin şeyle hayatımızı karartmaya devam ediyorsun.

10 Şubat 2010 Çarşamba

ilan

Etimesgut devlet hastanesinde yatmakta olan Panamalı bir hasta için çok acele İspanyolca bilen hemşireye ihtiyaç vardır.


evet gün içinde bu aklıma geldi. ne saçma sapan bir herifim lan ben

7 Şubat 2010 Pazar

yolda yürürken aklımıza takılan hayati detaylar

tabii illa ki yolda yürürken olmasına gerek yok. uyumaya çalışırken, tuvaletteyken falan filan insanın aklına tonla şey takılır ya bunlardan en acayip olanını siz sevgili blöğ kardeşlerimle paylaşmak istiyorum. aranızda fizikle ilgilenen falan varsa lûtfen konu üzerindeki olası engin bilgilerini bizlerle paylaşırsa çok sevindirik oluruz.

şimdi olay şu: hepimiz trene, otobüse, ota boka binmişizdir. bunlarda bazen insanın başına bir sinek musallat olur. özellikle trenler leş gibi olduğundan ve uçsuz bucaksız doğal güzelliğin içinden gittiğinden trenlerin içi fokur fokur sinek kaynar. bu sineklerin, saatte ortalama 80-90 km hızla giden trenin içinde, gidilen doğrultunun tam tersi yönündeki duvara yapışmaları gerekmez mi? yani bunlar trenin hızını tespit edip kendilerini de o hıza sabitlemiyorlarsa havada nasıl duruyorlar aziz dostlarım?

6 Şubat 2010 Cumartesi

dear sir

ne zaman "dear sir" diye başlayan bir mektup görsem aklıma, mektuba "cânım efendim" diye başlayan bir amca geliyor. kendimi tutamıyorum istemdışı gülüyorum salak salak lan! dear sir nedir oğlum biri bana açıklasın

4 Şubat 2010 Perşembe

yemek yemenin en eğlenceli yolu

hepimizin bildiği gibi insan günde 2-3 öğün yemek yiyen bir fasilitedir. buna rağmen, en temelde, izlenmesi için oynanan futbol maçlarının izlenememesi için elden gelen her şeyin yapılması sonucu maçların şifreli kanala atılması gibi, adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde, yemeğe elle dalmamak, ağız şapırdatmamak, geğirmemek, ağızda yemek varken konuşmamak gibi, yemek yemeyi sıkıntılı bir süreç haline getiren tonla şey icat edilmiş ve içmeye ayranı olmamasına rağmen sıçmaya helikopterle gitmeyi kendine ilke edinmiş aristokrat ruhlu insanlar tarafından bu kurallar yumağı gözü kapalı kabul edilmiş olsa da yemek yeme süreçlerini eğlenceli hale getiren atraksiyonlar da yok değildir.

bunlardan bir tanesi bugün fark ettiğim posta gazetesinin amatör şairler kısmıdır. sonradan masayı silmekle uğraşmamak için yemekten önce masanın üstüne serilen gazetenin (fakat gazete orada 2 haftadır durduğundan değişen pek bir şey de olmadı gibi) bu kısmında, aynı havayı soluduğumuz insanların nasıl olup da bu hale geldiklerini ben şahsen hayvanlar gibi merak ediyorum. daha da merak ettiğim şey şu: bu kişiler gerçekten çevrelerinden olumlu tepkiler mi alıyor, ve neden şiir? neden anadolu'nun böğründe hiç amatör makale yazarları, amatör bilimkurgu yazarları, amatör sinema eleştirmenleri, amatör kontrbas virtüözleri, timsah avcıları yok da illa ki pınar başında mangal yakan tipler olsun, rosalinda seyrederken gözleme yapan tipler olsun hep şiir yazıyor? gerçi böyle bir saçmalık şiirde hep vardı. ilkokul 4-5 gibi sınıftaki bütün kızlar defterlerini şiirlerle doldurmaya başlamadı mı? sonra ortaokulda çeşitli öğretmenlerimizin (tarih öğretmeninin orayı burayı fethedip türk milletinin alayına gitmesi temalı kahramanlık destanları, türkçe öğretmeninin çiçek böcek temalı mallıkları falan) gerizekalıdan 1-2 adım ilerideki saçma sapan şiirlerini okudukça daha da dehşete kapılıp geceleri battaniyenin altında dizlerimize sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamadık mı umarsızca? (yok lan bu kadarını yapmamış da olabiliriz) sonra ondan da elim ve vahim olarak kendi öz annemizin, babamızın, sevgilimizin, karımızın, kocamızın salak salak şiir defterlerini ele geçirmedik mi? şimdi sorarım size hanginizin annesinin babasının, oturup mesela georges bataille ile marquis de sade arasındaki benzerlikleri, farkları falan irdelemişliği var? david lynch'in film noir anlayışını çözümlemişliği veya beethoven'dan yola çıkıp nazileri açıklamışlığı? peki nasıl oluyor da bunlardan daha manyak bir hissiyat gerektirdiği neredeyse kesin olan şiirde bu kadar iddialıyız ulan? hadi bunu yapanlar günlük hayatlarında da yaratıcı olan insanlar olsa bir nebze içim yanmayacak. hadi onu da geçtim kağıtlar dolusu sıçıyorsunuz bari başkasına göstermeyin yahu! adamın teki de 23 yıldır şiir yazdığını belirtmiş utanmadan. ama hala yazdığı şiirler hala ilkokul 4 seviyesinde. bari utan be adam, utan da koyma o saçmalıklarını ortalık yere. gerçi bu durumun beni neden ilgilendirdiğini yine anlamıyorum. dahası sabah okurken de çok eğlenmiştim halbuse...

1 Şubat 2010 Pazartesi

makarna tarifi

başlığa boşaltım sisteminizle güldüğünüzü görür gibiyim. makarnanın tarifi olmaz çünkü. insan doğar, büyür, makarna yapar ve ölür; bir nevî built-in bir yetenek, daha doğrusu bir yetidir çünkü makarna yapmak. insanlar düşünce gücüyle bile makarna yapabilir sanırız fakat makarna yapmakta zorlanan insanlar da vardır dünyada. bunlardan biri de bendim. daha önce birkaç makarna yapma girişiminde san marino milli takımı kadar başarısız olmuştum. daha sonra bu tariflerde bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. birinin o şeyi tamamlaması gerekiyordu. işte o tarifi buldum ve siz sevgili kişi ya da kurumlarla paylaşıyorum. tarif aslına uygun olsun diye orijinali üzerinde hiçbir oynama yapılmamış, en ince ayrıntısına kadar direkt olarak bloga geçirilmiştir.

AFİYET OLSUN -> sayfa sonunda yer kalmayınca peşinen yapabileceğine inanarak söylenmiş bir söz :>

1. Tencere alınır.
2. Tencereye 3/2 2/3 oranında soğuk su konulur.
3. Tencereye ocağa alınır.
4. Yüksek ateşte su kaynatılır.
5. Yarım paket makarna kaynamış suya salınır. fiile dikkat :>
6. 7-8 dk boyunca "arada" karıştırarak pişirilir.
7. İstediğimiz kıvama gelip gelmediği kontrol edilir. (Ye!)
8. Makarnanın suyu süzgeçte süzülür. (Musluğu aç! Makarnayı soğuk su altında 1-2 dk gezdir.)
9.Boş kalan makarna tenceresi ocağa alınır. (Kısık ateş)
10. Bir tatlı kaşığı dolusu margarin tencereye konur.
11. Yağ erimeye başlayınca bir tatlı kaşığı salça eklenir (baharat - tuz)
12. 1-2 dk ikisi karıştırılır.
13. Makarna sosa eklenir. Hepsi tencerede 1-2 dk karıştırılır. Ocağın altı kapatılır.

B.

evet, görüldüğü gibi ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini buradan öğrenebiliyoruz. bu formülle ben bile başarıya yelken açtıysam insanlığın geri kalanı makarna kavramına çağ atlatır buna inanıyorum...

çağımızın en büyük paradoksu hdtv reklamları

şimdi efendim son zamanlarda böyle bir şey peyda oldu... nedir bu şey? bilmemkaç bine bilmemkaç bin çözünürlüklü hay definişın teknolocisine sahip televizyon. bu televizyoncukların reklamlarındaki en yaygın argüman ise görüntüdeki en ufak detaya inerek düzenin bir nevi kaotik yapısını gözler önüne sermek. neyden bahsettiğimi çok iyi biliyorsunuz. şimdiye kadar adamın gerilip gerilip topa vuruşunu izlemişiz meğerse bu reklamlara göre. hd tv ise bize topa vurulduğu an çimlerin yerinden sökülmesini, sularının silkelenmesini, kramponların aralarının toprakla dolmasını, topa vururken baldırlardaki yağların boing boing diye dalgalanmasını falan gösteriyor. peki efendim şimdi rukneddîn cevdet kekremsi sormamı madem bizim televizyon 1968 model bir blaupunkt iken reklamda gösterilen onca ayrıntıyı nasıl görüyoruz? işte çağımızın paradoksu budur efendim. standart definişın bir televizyonda hd reklamını nasıl seyrettiğimiz size de ilginç gelmiyor mu aziz dostlarım, tavşan kardeşlerim?