sade tasarımıyla gözü en az yoran, boktan içeriğiyle beyni hiç yormayan blog ödülü - 2009

24 Aralık 2009 Perşembe

işveren azarlamak

en sonunda dün gerçekleştirdiğim şeydir. manyak işverenler benim gibi nezih, latif ve mümtaz bir şahsiyeti bile çileden çıkarmayı başarmışlardır. erkekler için "askerliğini yapmış olma" şartının aranmasına inanılmaz gıcığım. askerden gelsek "artık yaşlanmışsın" diyerek almayacaklardır (tabii gelirsek)... devletin saçma politikaları sonucu askerlik yapma konusundaki düşüncelerimi yazsam sayfalar yetmez sanıyorum ama her türk asker doğduğu için bu konuda da yalnız olduğuma eminim. neyse, telefonla arayıp askerliğimin 2 yıl tecilli olduğunu söyledim. 2 yıl sonra gidiyorsun yani dedi, ben de evet dedim. kusura bakmayın diye bir cevap geldi... ben de dayanamadım maaşı sordum. 1000 - 1200 arası dedi. bunun sonucunda kendimi tutamayıp telefona karşı hönkürdüm. kaç çalışanınız 2 yıldan fazladır o maaşa çalışıyor diye sordum. bizim çalışma ortamımız aile gibidir diye bir şey geveledi. ben de çocuğuna harçlık verir gibi maaş vermenden belli zaten dedim ve bir de beyinsiz olarak nitelendirdim kendisini...

böyle güzel bir konuşmaydı işte... içinizde insan kaynakları yöneticisi falan varsa kusura bakmasın pozisyona değil, kişiye güdümlü bir hakaretti. hatta o kişinin kendisine bile değil, patronuna diyelim... sanki ayda 5 milyar vereceklermiş gibi askerliğini action man olarak yapmış, jetpack ehliyeti bulunan, paint'te mona lisa çizebilen eşcinsel eleman alınacaktır türünde ilan veren çok afedersiniz ama puştlar bulundukça kan beynime sıçrıyor.

en iyi 150 flash oyunun arasında hannah montana yok!!!

techcult gibi bir halttan anlamaz bir site en iyi 150 flash oyunu diye bir liste yaptığını sanmış fakat hani sırf hannah montana?! buralar böyle hep hannah montana olacaktı... çok üzüldük ve düş kırıklığına uğradık... ama yine de bakmak isteyenler burdan gitmişler

http://www.techcult.com/the-150-best-online-flash-games/

21 Aralık 2009 Pazartesi

forum yöneticilerindeki kompleks sorunsalı

türkiye'de forum deyince aklımıza ne gelir? milli ideolojik kollektivizmden başı dönmüş üyeler, açtığı konuyu editlediğiniz için küsen kompleksli yönetim, yönetime yaltaklanan üyeler, erkeklik kültleri, kadın üyelerin resimli şiirleri, kadın üyelerin "teşekkürler güzel paylaşım" mesajına rep verip medet uman erkek üyeler falan filan... kısacası genel davranış biçimlerine bakıldığında forumlarla iktidar açlığı ve güç fetişizmi gibi duyguların doyurulduğu çok net bir şekilde görülebiliyor. bu durum tartışmalarda da kendini gösteriyor aslında. sıradan üye olarak yönetimden biriyle tartışmaya girdiğinizde haklıysanız direkt olarak banlanıyorsunuz. yani yönetimin hiçbir zaman yenilmediği bir savaş durumu var ortada... tam tersi olan durumlarda ise (yani yönetim haklı, kullanıcı haksızsa) bütün forum haksız olan kullanıcıyla ölümüne dalga geçer, gücün yanında bulunulur. çünkü forum yöneticiliği hala müthiş bir iktidar sembolü olarak görülmekte ve yönetim elemanlarının akla hayale gelmedik kompleksleri her zaman ortaya çıkabilmektedir. ben de dilforum diye bir foruma üye olmak gibi bir hata yaptım. foruma slogan önerilerinin yazıldığı ve bir tanesinin seçileceği bir konu vardı gözüme çarptı. genelde sloganları bilirsiniz. "dilforum, dilin adresi", "dilforum, dillerin buluşma noktası" gibi klişeşerden yüzlercesi arka arkaya dizilmişti. insanlar o kadar yaratıcıydı ki 160 kadar slogan önerisi vardı ve hepsinin içinde "dil" geçiyordu. ben de naçizane önerimi yazayım dedim. genesis'teki babil kulesi efsanesi aklıma geldi ve "babil kulesinin en üst katı" şeklinde bir slogan önerisinde bulundum. tabii insan forumda her şeyi dilekçe yazar gibi yazmıyor ve sağında solunda smiley'ler falan vardı. aldığım tepkiyi kendiniz görün.


sitenin kurucusu olan adam bu mesajımı ciddi olmamakla suçluyor. bunun anlamı şu: içerikte dikkate değer bir şey bulamamış ve sadece biçime yoğunlaşmış. bu adamı size tanımlayayım: bu adam ingilizceyi sadece dersane açıp para kazanmak için öğrenen sıradan bir ingilizce öğretmeni. hayatında hiçbir karmaşık şeye kafa yormamış, kitap okumak, bir şeyler öğrenmek gibi aktiviteleri çoktan askıya almış bir kişilik. böyle  ingilizce öğretmenlerini şimdiye kadar dersanelerde olsun, ingilizce kurslarında olsun, ortaokullarda, liselerde olsun çok fazla gördük. o yüzden fazla şaşırmıyor ve o sözle ne demek istediğimi açıklıyorum bir sonraki postta... unutmadan da belirteyim, siteden banlanmamış, toptan silinmişim. o yüzden benim mesajlarım yok olmuş, ne yazdığımı sadece quote olarak görebiliyoruz. eraserhead adlı kullanıcı ben oluyorum.

 
bu mesajda da adamımızın sitenin kurucusu olmasına rağmen kullanıcının önerisini bilgi eksikliğinden dolayı anlayamadığı için köşeye sıkışmış bir sıçan gibi davrandığını görüyoruz. smilofobi diye bir şey yeni mi çıktı acaba? güya beyimiz smiley'lerden rahatsız olmuş ve o yüzden bu öneriyi kabul etmemiş. geçsene bunları yavrum!

bu cevaptan sonra, smiley'lerle dolu 7 tane önerinin kabul edildiğini yazmıştım ama ona cevap gelmediği için toptan silinmiş durumda. isteyen siteye girip bakabilir. normalde herhangi bir şeyi bilmeyen insana cahil diye hakaret edilmez. her insanın her şeyi bilmesi beklenemez tabii ama burada hatasını kabul etmediği gibi bilgisizliğini de tartışmanın diğer tarafını yok ederek haklı çıkarmaya çalışıyor. böyle bir adam cahil sıfatını sonuna kadar hak etmiyor mu?

ayrıca bu postların linki de şurda:
http://www.dilforum.com/forum/tarih-i-dilforum/72457-dilforum-sloganini-ariyor-16.html

içimizdeki macromedia flash aşkı bambaşka

fi tarihinden beri bilgisayar kullanan biri olarak bilgisayarlarıma birçok program kurdum, birçok program sildim. kimisinin arayüzüne bön bön bakıp bir bok anlamadım, kimisini rastgele çözdüm, kimisinin işlevselliği karşısında hayranlıkla kalakaldım. fakat ne olursa olsun, bilgisayara her format attığımda ilk kurduğum program hep macromedia flash oldu. "ulan daha programın adını bilmiyorsun" dediğinizi duyar gibiyim. adobe bunu da satın almış. bana ne? ne fark eder? ben hala flash 8 kullanıyorum.


- peki sayın kekremsi, flash'la nasıl tanıştınız?
+ babamın dünya varolduğundan beri bilgisayar kullandığını sandığımız bir arkadaşı vardı. bir gün onun bürosuna gitmiştik. benim ilk bilgisayarım o zamanlar o kadar yeniydi ki kurduğum programları ve oyunları direkt program files'tan siliyordum. ekle / kaldır diye bir şeyden haberim yoktu. neyse, ben yine koşa koşa adamın masasının yanına gittim ve monitöre bakmaya başladım. o da o sıra sonradan motion tween ve guide layer olduğunu öğreneceğim şeyle kendiliğinden yazı yazan bir animasyon yapmıştı. bu görüntü karşısında gözleri parlayan, büyülenen ben programın adını sordum ve adam da chip dergisinin yanında gelen bir cd çıkarıp "bunda deneme sürümü var. zamanı bitince tarihi geri alır alıp kullanırsın" diyerek ilk bilgisayar sibertavşanlığımı da öğreterek cd'yi bana verdi. bu olayı takip eden birkaç ayda, okuldaki not eğrimde gözle görülür bir düşüş yaşanmıştır. zira okuldan gelen ben geldiğim gibi bilgisayarı açıp keyframe'ler senin, object'ler benim uğraşıp durmuşumdur. tabii yapamadıkça da o meşhur super mario oynayan kız gibi sinir krizleri, buhranlar geçirerek "bunu doğuracağıma balistik jel doğursaydım" diyen zavallı annemin kaygılı bakışlarını üzerime çekmişimdir. tabii o sıralar sadece ben ve 2-3 arkadaşımın ortak espri anlayışına hitap eden birçok animasyon yapmış, dersimize giren hocaları grotesk yaratıklar gibi resmedip dalga geçmişimdir. bu da yetmezmiş gibi bir gün sınıfta boş zamanlarımızda nelerle uğraştığımıza dair sorulan bir soru üzerine çizgifilm yaptığımı söyleyip bir anda, o zamanki tipime rağmen oldukça sağlam bir karizma yapmışımdır. tabii bu büyük karizma evde geçerli değildir. veli toplantısı denen gereksiz organizasyonda notların tabana doğru ilerlediğini öğrenen babam eve geldiği gibi ilk iş bilgisayarı ve playstation'ı söker ve okul kapanana dek notlar tekrar yükselmezse bunları satacağını söyler. tabii böyle yıkıcı, yusuflatıcı, sıçırttırıcı bir tehdit üzerine geri kalan zamanda ortalamayı 5.00'a yaklaştırdığımı söylememe gerek yok. kolunu bacağını keserim desen bu kadar etkili olmaz yani...

hatta yeri gelmişken, o zamanki tipimi de sizlerle paylaşayım. yahudi yerleşimcilere benziyormuşum."yahudi yerleşimci" sözü de nasıl aşağılayıcı bir sözdür. sürekli, akşam haberlerinde duyup milletçe lanet etmemiz için uydurulmuş bir kalıp gibi. bu tipe bile çok iyi bir ün sağlamıştı flash, düşünün artık...


o zamanlar nedense, interneti bile olmayan, harddiski topu topu 1.9 gb bilgisayarı buz gibi odada kullanırken, frontpage express'te kodlara bakıp anlam çıkarmaya çalışırken, sonic, jazzjack rabbit gibi saçma oyunlar oynarken o kadar manyakça bir zevk alınırdı ki insan buz tutup gebereceğini bilse kalkmazdı başından... cillop gibi soba yanan odada 60 küsür ekran televizyona bağlı, o zaman için süperötesi grafiklere sahip 50 kadar oyunu olan playstation'a dönüp bakılmazdı bile. mavi ekran vermek için fırsat kollayan bilgisayar nedense çok daha çekici gelirdi... sanırım bilgisayarın adsl ile tanışması aslında hiç iyi olmadı.


sonra ben taaaaa lise 1'e geçene kadar flash 2 ile cebelleştim durdum. malum, dialup bağlantı da çok pis giriyor diye internete haftada 1 saat anca giriyorduk. onda da takıldığıımz saçma forumlara cevap yazmak, bomboş email hesaplarımıza bakıp spam kısmında bol bol bulunan "enlarge your penis up to 1 km" türündeki email'lerin hangi manyak tarafından ne maksatla gönderildiğini çözmeye çalışıyorduk. sonra bir gün, flash aşkını bulaştırdığım bir sınıf arkadaşım azmedip flash 5'i indirdiğini söyledi. "olm yarın cd'ye at getir lan" dememle 128 mb ram istediğini öğrenmem bir oldu. ayrıca 300 mb sadece setup dosyasıydı. benim 166 celeron, 32 mb ram, 1.9 gb hdd gibi 1965 yılı için iyi sayılabilecek özelliklere sahip bilgisayarımda nah çalışırdı yani. o sıralar ekonomik kriz de olması dolayısıyla (gerçi olmadığı zaman var mıydı ki?) peder bey yeni bilgisayar almazdı... sonra ben boynu bükük eve döndüm.

aradan birkaç ay geçti sanırım. bir gün babamın o tarih öncesi çağlardan beri bilgisayar kullanan arkadaşı kendine yeni ram almış. eski 128'i bize verdi. sevinçten kusmuş olabilirim. onu bilgisayara taktık ve ayrıca başka bir yerden de yine elden düşme 10 gb harddisk alarak sevinci ona katladık. sonrasıysa çatır çatır flash 5! flash 5'in kullanımı daha kolaydı. motion tween ve onunla alakalı birçok şeyi 5 ile öğrenmiş bulunduk. ayrıca actionscript'e de küçük bir giriş yapmıştık. hollywood filmlerinde blip blip sesleri çıkaran imleçli bilgisayarda kod yazan insanın ketum mağrurluğuyla ona buna hava atıyorduk. tabii bu sıralar bir de ezikler için swish diye bir program çıkmıştı. bu, flash'ın yazılı olanıydı. yazılar yazıp bunları alengirli animasyonlarla hareket ettirmek suretiyle banner hazırlayanlar mantar gibi türemişti birden... bunları swf formatında kaydedemeyenler veya kaydedip de sitelerine yükleyemeyenlereyse panama'ya nerden gidileceğini soran korsan sürüsüne cevap veren panama'yı çoktan yağmalamış henry morgan gibi göbeğimizi tuta tuta gülüyor idik.


 işte 128 mb ram ve 10 gb harddiske sahip bilgisayar ve ben (o saç stilinin sorumlusu kimdir bilmiyorum)

 
sonraki dönemlerde, özellikle benim bilgisayarın toptan servisdışı kaldığı lise 2 yaz tatiline kadar flash mx çıktıysa da 5'in kullanım rahatlığına sahip olmadığı düşünülerek kullanılmadı. sonra bilgisayarsız geçen, hayatımın tartışmasız en sıkıcı 1 yılının ardından üniversiteyi ilk yılda kazanamamamın faturası bilgisayarın yokluğuna kesilmiş, canı sıkılan insan kendini derse de veremez denerek o zamanki şartların en iyisi bir bilgisayar alınmıştır (sene 2004). tabii yeni bilgisayar aldırmış olmanın gazıyla bir de adsl abonesi olunmuş, bünye sevinçten kudurtulmuştur. adsl ile birlikte internetten yazılım alanındaki tüm yenilikler yakından takip edilmiş, tez elden flash 8 indirilip kurulmuştur. flash 8 ile acayip interaktif siteler yaparak falan ego nal gibi yapılmış, kusursuz çalışan loading ekranı sayesinde avusturya arşidükü ve katalunya çokoprensiyle eşit statüye gelinmiştir. ayrıca bir yazılımcı kadar olmasa da, actionscript kullanımı da iyice geliştirilmiş, butonların objelerle uyumu, küçük objelerin hızlı yüklenmesi ve web sayfalarıyla entegrasyonu konularında ciddi atılımlar yaşanmıştır.

kullanım kolaylığı ve esnekliğiyle her türlü ihtiyaca cevap veren, can sıkıntısı gidermekten tutun da alengirli projelere kadar her şeyi yapmanıza imkan tanıyan, powerpoint kullananların yanında tamamen kendinize ait tasarımlarınızla sunumlarınızı tek kişilik gösteriye çevirebileceğiniz, üstüne bir de hayvan gibi site yapmanıza olanak tanıyan, eve gelen misafirlerin çocuklarını denek olarak kullanabileceğiniz psikolojik deneyler bile hazırlanabilen flash, bilgisayar programlarının gıralıdır diyorum ben. kabul edileceğini bilsem word'ü falan siler, ödevlerimi bile flash'ta yazarım!

17 Aralık 2009 Perşembe

anlamını bilmediğiniz kelimelerle dükkan açmayın kardeşim

efendim gün geçmiyor ki bir saçma şey daha görüp afallamayayım! izmir'e son gittiğimde buca'da bir seyahat şirketinin adı beni yine tam beynimden vurdu: ENIGMA TRAVEL! ulan insanoğlu olarak trafik kazalarına falan açık bir yapımız var. bu yüzden insan seyahat firmalarında aşina olduğu bir güven duygusu arıyor. yani benim umrumda değil aslında ben nerde ucuzsa oraya giderim ama mesela bir hakiki koç ile hakiki tavşan veya flamingo diye 2 firma karşılaştırılsa mutlaka koç olanı seçerler. neden koç? çünkü koçun üstüne binip deehh diye bağırılabilir, koç insanı süser, güçlü bir hayvandır falan ama en önemli özellik şudur: koç hayvanı bilinen bir hayvandır. tavşan gibi tekinsiz, flamingo gibi zayıf değildir. flamingonun adı bile türkçe değil lan! ama adam tutmuş enigma travel diye bir firma kurmuş. oğlum bu ne? enigma travel giderken sağda, gelirken sağda... ama ben biliyorum onun sebebini. adam kesin bir yerlerde gördü bu enigma kelimesini "hele ne güzel kelime lan" dedi ve seyahat firmasının adı enigma travel oldu. adam o gün şans eseri rectum veya scoracratia gibi bir kelime görse muhtemelen firmanın adı bu olurdu.

ayrıca unutmadan belirteyim manisa'da da bohem düğün salonu diye bir yer var

7 Aralık 2009 Pazartesi

peynir kokmak

efendim bazı insanlar peynir kokar. nedendir bilinmez ama bu böyledir. tabii peynircilikle uğraşan biri peynir kokabilir ve peynir kokusu öyle çok da kötü bir koku değildir aslında ama çok alakasız bir insandan gelmesi kişiyi zaman zaman şaşırtır. mesela ortaokulda bizim sınıfta bir kız vardı. yanına yaklaşınca buram buram peynir kokardı. başta, pek etik olmayacağından bundan sınıftaki birkaç yakın arkadaşıma hiç bahsetmedim fakat daha sonra başka bir arkadaşım da aynı kanıya vardığını söyleyince bu kıza uzun süre acımayla karışık bir şefkatle yaklaşmıştık. bir soru sorduğunda falan o dönemlerde her kıza yapılan gibi terslemek ve dalga geçmek yerine güzel güzel izah ediyorduk. herhalde bir peynircide falan çalışıyor veya köyde yaşıyor da peynir yapması gerekiyor falan diye. zaten görünüşüne pek özen gösteren bir kız değildi. şişmandı da... o yüzden bu yöndeki düşüncelerimiz kuvvetleniyordu. bir gün okula gemiden bozma bir bmw ile geldiğini görmüştük. direksiyonda fırça bıyıklı, kır saçlı bir amca vardı. sonra biz bu kızı takibe aldık ve birkaç soruşturma ve takipten sonra, şehrin tartışmasız en güzel evinin bunlara ait olduğunu ve babasının süper zengin olduğunu keşfettik. yani barok tarzda (burada en ufak bir şaka yoktur. bildiğiniz barok!) dizayn edilmiş bir malikaneleri vardı. quadruplex idi kendisi (tabii öyle bir terim varsa... 4 katlı yani). sonradan, parayı nerden, ne miktarda, nasıl kazandıkları falan konumuz değil. asıl konu şu: garajında bir bmw 7, bir mercedes s320 olan, 16. yüzyıldan kalma bir şatoda yaşayan bir hanım kızımız (muhtemelen peynire elini değirmez. hatta başkasının bile eli değmez o peynire! el değmeden hazırlanır ve çatalla tüketilir) neden peynir kokar? işte hiçbir zaman cevaplanamayacak bir soru...

5 Aralık 2009 Cumartesi

bu şakayı kim yapıyorsa bir adım öne çıksın

duble hörmetli merope gaunt sayesinde tanışmayı akıl ettiğim google analytics'in ilk kahkaha krizi meyvelerini toplamış bulunmaktayım. bloguma giren insanların google'dan aratarak geldikleri keyword'lerin tam ve sıralı listesini görünce bunun bir şaka olduğunu düşünmekten başka bir şey gelmiyor aklıma. bu yüzden bunu yapan itiraf ederse iyi olur... işte o liste!


1- adam dövme teknikleri: ulan adam dövmenin tekniği mi olur? hadi karate, judo, aikido falan belli bir teknik içeriyor diyelim ama adam döverken neyin tekniği lan?! yaradana sığınıp girişme gibi evrensel ve muhafazakar bir teknik varken daha neyin tekniğini aratıyorsun google'da? bir de benim blogda ne görmüştür ve gördüklerini hasmı karşısında tecrübe etmiş midir ayrıca merak ediyorum.

2- arka sokak karakol polis: bu adamın ciddi sorunlar yaşadığını anlatmaya gerek yok sanıyorum. buna gerçekten uyduracak bir şey bulamadığım gibi amacını da çözebilmiş değilim. arka sokak adlı bir dizi var ve onun bölümlerini seyretmek için yazmış olabilir ama neden karakol ve polis?

3- bez bebek dizisi nasıl bir teknikle çekiliyor: şimdi kamuoyu şunu merak ediyor: bez bebek dizisinde kullanılan teknikleri alman dışavurumcu sinemasıyla bağdaştırmak mümkün müdür? mümkündür tabii! hatta okeyi dışa vurdurup rakiplere biner puan kaktırmak da mümkündür. aslında bez bebekteki tekniği bir dönem ben de merak etmiştim, evet. 7 gün 24 saat yayınlanan bir diziyi çekmek için ne tür bir insan kullandıkları aklımı kurcalamadı değil. o yüzden bu meraklı vatandaşa çok şaşırmadım.

4- HANNAH MONTANA'NIN OYUNLARI AMA SIRF HANNAH MONTANA: bazen hannah montana oyunları diye aratıyoruz ama yanında chuck norris de hediye geliyor. öyle olmasın! lütfen sakın öyle olmasın rica ediyorum. hannah montananın oyunları ama sırf hanna montana gözünün çapaklarını yalayayım abiler ablalar 7 yaşındaki çocuğumu keserim başkası olmasın

burada tabii sevgili ziyaretçilerimizi küçük düşürmek istemiyoruz. yoksa istiyor muyuz lan? yok yok istemiyoruz ama çok komik yahu ben napayım

3 Aralık 2009 Perşembe

2 yaş sendromu

bayramda eve gelen misafirlerin çocukları sayesinde psikanaliz disiplinine böyle bir kavram kazandırmış bulunmaktayım. aslında hayat 2 yaşındaki bir çocuk için çok zordur. bu yüzden ortada hiçbir sebep yokken birden duygulanıp ağlamaya başlıyorlar. insan 2 yılda hayatın acımasızlığıyla ilgili çok şey öğrenir. uçuk mama fiyatları, ikinci oynamada kırılan oyuncaklar, klavye tuşlarının kocamanlığı gibi faktörler bebeği bu genç yaşında türlü acılara gark etmektedir zaten... bir de anne-babanın oyuncak tren, çizgifilm kanalı gibi hayatî meselelere karşı takındığı duyarsız tavrı, zaten zor bir hayata sahip olan bebeği iyicene çileden çıkarır ve bebek de feryadı koyuverir haklı olarak...